"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Uçurumda açan Nur çiçekleri: Zübeyirler, Hüsrevler, Süleymanlar, Feyziler...

Mustafa ORAL
17 Ekim 2018, Çarşamba
Hayatı çilelerle, hapislerle, sürgünlerle dolu Bediüzzaman 1926 yılında Barla’ya sürgün edilir.

Sıddık Süleyman önce gönlünü sonra da bahçesini açar kendisine. Süleyman’ın Cennet Bahçesi’nde dünyayı Cennete çevirecek Cennet Risaleleri sürgün verir. Bediüzzaman dağları, bağları gezer. Badem ağaçlarının çiçek açtığı mevsimde bahçeleri gezerken birden hatırına ‘Fenzur ilâ âsâr-i rahmetillahi…’ (Rum Sûresi. 30) âyeti gelir. Geze geze yüksek sesle okumaya başlar. Akşam olur. Menziline gelir. Şamlı Hafız elinde kalem, tetikte beklemektedir. “Yaz Kardeşim!” diyerek Haşir Risalesi’ni telif eder.

1936 yılında Kastamonu’nun çiçekli dağlarına sürülür. Dağlarda dolaşa dolaşa kâinattan Hâlık’ını soran bir yolculuğunun seyirlerini Âyetül Kübra olarak sayfalara nakşeder. Çiçeklerin, böceklerin, sineklerin, semeklerin dilinden Rabbini anlatır.

1943 yılında Denizli Hapsi’nde ebedî sümbüller olan Hafız Alilerin, Hasan Feyzilerin ruhunda Meyve Risalesi’ni telif eder. Oradan Emirdağ’a sürülünce Emirdağ Çiçeğini kayda geçer. Gün gelir Hafız Aliler, Hasan Feyziler toprağa düşer, Denizli Kabristanı’nı Cennete çevirirler. Kabirlerinde sümbüller biter. Kokuları ezelden ebede, Denizli’den deryalara uzanır.

Bediüzzaman sürgünlerle yoğrulmasaydı, hapislere konulmasaydı Cennet, Haşir, Ayetü'l-Kübra, Meyve ve Emirdağ Çiçeği Risaleleri’ni sürgün vermeyecekti. Bahçesinde Sıddık Süleyman, Hafız Ali, Hasan Feyzi gibi çiçekler yeşermeyecekti. Sabret, Meyve Risalesi’ne yakışır hayat yaşarsan şu dünya zindanından çıkacaksın. Emirdağ Çiçeği gibi bir eser yazarsan şu dünya sürgünden kurtulacaksın. Üstadla Denizli Hapsi’nde kalan Hasan Atıf daha ilk gün “burada anne rahminde kaldığımız kadar kalacağız, sonra çıkacağız.” demişti. Sabret insan dünya zindanında anne rahminde kadar kalacak, sonra güneşe çıkacaktır. Üstadın sümbülleri Hafızlar, Feyziler, Süleymanlar, Zübeyirler, Hüsrevler buna şahittir.

Gül mühür vurur, lale imza basar

“Ağaçlara bak!.. Kışta ölmüş kemikler gibi hadsiz ağaçları baharda dirilten, yeşillendiren, hatta her bir ağaçta yaprak ve çiçek ve meyve cihetiyle üç haşrin nümunelerini gösteren bir Zat” seni kışın ortasında bırakmaz. O “Acele ettim kışta geldim” diyen Bediüzzaman’ı bile bahara çıkarmıştır.

“Bir bahar mevsiminde, garibâne, mütefekkirâne, seyahate gidiyordum. Bir tepeciğin eteğinden geçerken parlak bir sarıçiçek nazarıma ilişti. Eskiden vatanımda ve sâir memleketlerde gördüğüm o cins sarı çiçekleri derhatır ettirdi. Şöyle bir mânâ kalbe geldi ki: Bu çiçek kimin turrası ise, kimin sikkesi ise ve kimin mührü ise ve kimin nakşı ise, elbette bütün zemin yüzündeki o nevi çiçekler onun mühürleridir, sikkeleridir.

İşbu tasavvurdan şöyle bir hakikat zihne geldi ki: Nasıl bir mühür ile mühürlenmiş bir mektub; o mühür, o mektubun sahibini gösterir. Öyle de; şu çiçek, bir mühr-ü Rahmanîdir. Şu enva’-ı nakışlarla ve manidar nebatat satırlarıyla yazılan şu tepecik dahi, bu çiçek Sâniinin mektubudur. Hem şu tepecik dahi bir mühürdür. Şu sahra ve ova bir mektub-u Rahmanî hey’atını aldı.” O tepeciğe Rabbani mührünü, sarıçiçeğe tuğrasını vuran Rabbin senin adını da bahtiyarlar defterine kaydeder.

Uçurumda açan asil çiçek Zübeyir Gündüzalp

Zübeyir Gündüzalp “Risale-i Nur” bahçesinde açan asil çiçektir. Tohumu Ravza’dan, suyu Barla’dandır. İslâm’ın her çilesine razı olmuş, çiçek gibi boynunu cellâda uzatmıştır. Yetmemiş, kendisi gibi çiçek çocuklar yetiştirmeye ahdetmiştir. Bir dostu gül şakirtliğine soyununca çok sevinir. “Mademki İslâm’ın her derdine razı olduğunu bildiriyorsun, bu müjdenle bize aşk ve şevk veriyorsun, o halde iyi dinle. Vazifen: Dikenler arasından güller toplayacaksın. Ayağın çıplaktır, batacak; elin açıktır, ısıracak. Buna sevineceksin!”

Üstad sık sık kırlara, dağlara çıkar. Ağaçların üzerine çıkar, âlemi seyrede seyrede kalbine ağan sözleri nakşeder. Varlık ona, o da varlığa selam durur. Fesleğenler yanında başkadır. Gülün yanındaki gül, gübrenin yanındaki gübre kokar. Zübeyir fesleğenin gölgesinde büyümüştür. Bir gün ağır şekilde hastalanır. Sevenleri Üstadı gibi kuruyup toprağa düşmesinden korkar. Üstadın beklediği baharın geldiğini hatırlatan çiçeklerle kapısına varırlar. Kafkas Dağları’nın vahşi çiçeği dile gelir. “Kardeşim, Üstad fesleğeni sevdi, ötekilerden artık koparmayın!’

Zemheride Açan Çiçek: Hüsrev Altınbaşak

Hüsrev dünya zindanında zemheri yaşar. Zahmette rahmeti, tohumda çiçeği görür. “Sevgili Üstadım” der. “Madem çiçekleri görmek için baharı beklemek zarureti vardır; biz de onu şiddetle ve sabırsızlıkla intizar etmekteyiz.”

Muzaffer Ecevit bir gün rüyasında bir odayı süpürdüğünü, Hüsrev’in de kendisine meyve verdiğini görür. Bir zaman sonra ikili Nur Talebesi oldukları gerekçesiyle hapse düşerler. Üstelik aynı koğuştadırlar. Altınbaşak, Ecevit’e rüyayı hatırlatır. “Yeri süpürmek burada bana hizmet etmendir. Sana meyve veriyordum ya, o da benden dinleyeceğin derstir. Rüyayı gördüğün gün hayır olacak demiştim, hayır olacak inşaallah!” Gerçekten de öyle olur. Hüsrev’e Risaleler gıda olarak yetiyordur. Devletin ekmeğine el sürmenin âlemi yoktur. On gün hiçbir şey yemez, içmez. Onuncu günün sonunda yer. Ecevit şaşırır. Hüsrev hayretini giderir. ‘Ben onların yemeğini yememeye niyet etmiştim, ama ‘boykot yapıyor’ demesinler diye yedim.’ Hüsrev zindanda çiçek gibi yaşamış, çiçeklerden saat yapmıştır. Gün gelir içeriden çıkar. Çiçekten zamana bakar. ‘Hapse girerken badem çiçekleri yeni açmıştı. Çıkarken de aynı şekildeydi.’ der. Evet, tam bir yıl içeride kalmıştır.

Üç şehit çiçeği

Mehmet Çiçek, Bayram Yüksel ve Ali Uçar’ın refakatinde Nur çiçekleri ekmek için Avrupa Tarlası’na gider. Üç çiçek elim bir trafik kazasında şehiden vefat eder. Bu işler böyledir, dünyada çiçek gibi adamlarla yaşarsan Mehmet Çiçek gibi çiçek misali gidersin dünyadan. Kabrin burcu burcu çiçek kokar.

Çiçek Aşıcısı Ali İhsan Tola

Ali İhsan Tola asrın şifalı çiçeği Risaleleri tanıdıktan sonra aktarlığa merak salar. Risaleden aldığı ilhamla bitkiden hayvana, çiçekten arıya uzanan varlıklardaki şifaları keşfedip dostlarını tedavi eder. Zamanla ehl-i dünya hallerinden endişelenir. “Risale propagandası yapıyor; gelenlere sekir verici otlar içiriyor” iddiasıyla 103 gün hapis yatar. Çağa çiçek aşısı yapan adam böyle bir yalanla hapse düşer.

Ne mutlu çağa çiçek aşısı yapanlara…

Okunma Sayısı: 5380
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Gündüz Alp

    17.10.2018 11:41:19

    Değerli kardeşim Mustafa bey, "Çiçekli" yazılarınız için bir kez daha teşekkür ediyoruz. Eline ve yüreğine sağlık. Hem yazda hem kışta açan (Kardelen misali) çiçekler vardır. Bir de her mevsim açan yediverenler. Teşbihte hata olmasın, Nur Çiçekleri de yediverenler gibi bir ömür boyu çiçek açarlar. Bu çiçeğin tohumlarını "Ne yapayım, acele ettim kışta geldim" deyip kış mevsiminde saçan Bediüzzaman, o tohumların "cennet-âsâ bir bahar" getireceğini müjdelemiş. Ülkenin atmosferi bu çiçekleri ve baharı perdelese de, aydınlık güneşli günler geldiğinde çiçekler ihtişamla ortaya çıkacaktır. Marifet, zemin ve zamanı o çiçeklere hazır hale getirmektir. Çiçeklerden zarar gelmez. Dikenli Kaktüsün, beyaz ve kırmızı renkli çiçekleriyle Zakkum'un bile -yerine göre- yararı vardır. Çiçek Hastalığı varsa Çiçek Aşısı da vardır. Kokmayan çiçeklere, odamızı-bahçemizi süsledikleri için "süs bitkisi" deriz. Nur Çiçekleri gözümüze, gönlümüze, kalbimize, aklımıza ve ruhumuza hitap eder, kalıcı koku bırakırlar.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı