"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Yüzünde Cenneti gördüm İbrahim!

Mustafa ORAL
31 Ekim 2018, Çarşamba 00:05
İbrahim Gül 1892 yılında Sav’da dünyaya gelir.

Çok mübarek ve ihlâslı biridir. Ailecek Nur hizmetine sahip çıkmışlardır. Mustafa isminde bir evlâtları olmuş, Külliyatı iki kez yazmış, askerlik dönüşünde evlenmiş, bir sene sonra da elinde Risale nüshaları, kalbinde Hz. Muhammed Mustafa (asm) aşkıyla Sevdiceğinin (asm) yanına gitmiştir. Bu olaydan sonra İbrahim dünyadan elini eteğini çekmiş, kendini tamamen hizmete vermiştir.

Birçok kez Üstadla görüşür. Yine de Üstad hasretiyle yanar durur. Aynı ateşten amcaoğlu Mustafa’da da vardır. Bediüzzaman Emirdağ’da sürgündedir. Yaklaşan yanıyordur. İbrahim ve Mustafa güldür, Hz. İbrahim (as) ve Hz. Muhammed (asm) yolundadır, bedeli ne olursa olsun kendilerini ateşe atacaklardır. Değil mi ki Hz. İbrahim’in (as) atıldığı ateş, Hz. Muhammed Mustafa’nın (asm) dokunduğu taş güle döner. Bu duygularla kendilerini Emirdağ’a vururlar.

Aşkın kalbi Bediüzzaman Isparta’daki kardeşlerinden uzakta mahzundur. Yıllar var ki birçoğunu görememiştir. Özlemini gidermek için defalarca mektuba niyetlenir, fakat hasta olduğundan kaleme mecali kalmaz. Bir gün tam kalemi eline alacakken kapısı vurulur. Gelenler Sav’ın saffı evvelleri İbrahim ve Mustafa’dır. Kapıyı açar. İbrahimlere kapılar açılır. İçlerindeki yangın durulur. Yüreklerindeki hasret gül kesilir. Üstad İbrahimleri gördüğü için çok memnundur. Keyfine diyecek yoktur. Mavi gözlerinde güller açar. “Ben size bugün mektup yazacaktım. Ziyade rahatsızlığım sebebiyle telâşta iken, aynı dakikada Mustafa Gül ve İbrahim Gül geldiler. Hem bana ilâç, hem teselli, hem büyük sevince vesile olduklarından, o iki mübarek kardeşimi benim vekillerim ve bir mektup olarak size gönderiyorum. Onlar birer Said olarak benim bedelime sizi ziyaret ve tebrik edip sair şeylerimi de size beyan etsinler.”

Hazret kendisine zor zamanda sahip çıkan İbrahimleri vekil tayin etmiştir. Onların yüreklerinde Isparta’daki talebelerine içli bir mektup yazar. İbrahimler aşkla ve gülle gittikleri Emirdağ’dan müjdelerle dönerler.

RİSALELER GÜLÜN RAHLESİNDEN GEÇİYOR  

Çok eski tarihlerde Sav’dan hacca gidenler Efendimizin (asm) soyundan bazılarını Sav’a getirmişlerdir. İhtimal ki Sav’ın adı o seyyid ve şerifler hürmetine “sallallahü aleyhi vesellem (sav)” salâvatından gelmektedir. Efendimizin (asm) torunları Sav’a tohumu sağlam atmışlardır. Hizmetin aleyhinde neredeyse tek kişi çıkmaz. Bin kalemle çoluk çocuk, kadın erkek, genç ihtiyar kaleme koşarlar. 1953 yılında teksir makinası alınır. Risaleleri teksirle çoğaltmak için güvenli bir yer lâzımdır. Sav bunun için biçilmiş kaftandır, fakat Nur Talebeleri tehlikenin farkında olduklarından biraz çekinmişlerdir. Hizmet yollarında kelle koltukta yürüyen İbrahim Gül öne atılır. Gülden yükü omuzlar. “Canım feda olsun! Üç odam var. Birinde yengenle kalırız, ikisini size hibe ediyorum. Nasıl isterseniz öyle yapın.”

Makine İbrahim’in evine konur. Tahiri Mutlu ve Ali İhsan Tola dokuz ay evden çıkmadan Risale çoğaltır. Otuz kişilik ekip yardımcı kuvvet olarak destek sağlar. Güneş batımından şafak sökümüne kadar hizmet ederler. Üstad bu zor günlerde talebelerine desteğini daha da arttırır. Rüyalarına kadem basar; başlarını, sırtlarını okşar. Üç yıl bu şekilde kazasız, belâsız, Cenneti hatırlatan güzelliklerle Külliyatın tamamı çoğaltılır.

İBRAHİM GÜL, GÜL-Ü MUHAMMED’E (ASM) GİDİYOR

Matbaa çıkınca teksir makinası kaldırılır. İbrahim vazifeyi bihakkın ifa etmenin huzuruyla dopdoludur. Fakat ihtiyar bedeni çok yorulmuştur. Teksir biter bitmez yatağa düşer. Üstad zor zamanda Nurlu yükü yüklendiği için İbrahim’den çok memnun kalır. Fakat İbrahim ağır hastadır. Dünyaya veda etme vakti yaklaşmıştır. Üstad da bunun farkındadır. Bir seher vakti Sav’a çıkarma yapar. Hasan Kurt Üstadın arabasını görünce heyecanlanır, yanına koşar. Hüsrev Abi Hasan’a arzularını açar “Kardeşim, Üstadımız İbrahim Gül’ü ziyarete geldi. Taksi çıkmaz, diye burada iniverdik, çağırıver.”

Hasan, İbrahim’in ağır hasta olduğunu, kalkmaya, konuşmaya mecali olmadığını söylese de Hüsrev ısrar eder. “Bizim geldiğimizi söyle, belki gelebilir.” Bunun üzerine Hasan İbrahim’in evine varır. Kapıyı çalar. İbrahim hasta yatağından seslenir. “Hasan’ım konuşmaya takatim yok” diyerek nazikçe yol gösterir. Gerçekten de konuşmaya mecali yoktur. “Ama sana bir müjdeyle geldim. Üstad gelmiş, seni bekliyor.” O ihtiyar, o ölüm döşeğindeki İbrahim, Üstad sözünü işitince sevinçten çıldırır. Asrın sahibi ayağına kadar gelmiş İbrahim sevinmesin de kim sevinsin. “Nee! Nerde!!” diyerek ayağa kalkmaya çalışır, fakat mecali yoktur. “Tut kolumdan Hasan’ım.” Hasan kolundan tutar. Bir eline de bastonu alarak aşağıya inerler.

Asrın çilekeşi, İbrahim Onbaşıyı görünce film sahnelerini aratmayacak bir güzellik yaşanır. Üstad ve İbrahim birbirine doğru yürüyordur. Hazret müjdeli bir sesle haykırır. “İbrahim Onbaşı! İbrahim Onbaşı! Sîman ne diyor biliyor musun?” “Bilmiyorum Üstadım! Her şeyi sen öğrettin, biz ne biliyoruz ki zaten.” “Ben Cennete gidiyorum! Ben Cennete gidiyorum! Ben Cennete gidiyorum! İşte sîman böyle diyor.” “Senin gibi zatlar müjde ederse bana ne mutlu, çok şükür, bin şükür.”

Ecelin pençesindeki İbrahim can havliyle Üstadın ellerine varır, minnetle öper. Üstad müjdelerine devam eder. “Kardeşim İbrahim! Bu tehlikeli zamanda, kelleyi torbaya koymuşçasına her fedakârlığa göğüs gerdin. İhlâsının neticesi, bir sayfamız dahi zayi olmadı. Baskın da olmadı. Hiçbir zayiat görmedik. Senin ihlâsın neticesi tertemiz çıktı. Senin evinden semaya kadar Nur dikildi. Cenâb-ı Hak sana Cennette kasırlar hazırladı. Kimsenin yapamadığı hizmeti sen yaptın! Cenâb-ı Hak sana öyle kasırlar hazırladı ki, hizmette kullandığın odaların kaç katını Cenâb-ı Hak sana orada hazırladı, orada göreceksin.”

Öyle bir hüzünlü atmosfer oluşur ki kaleme sığmaz. Gözler perde perde açılır. İbrahim, Hüsrev, Hasan hep birlikte sağanak sağanak ağlar. Sav’a yağmurlar yağar. Sav “Sav” olalı böyle gözyaşı sağanağı görmemiştir. Bir zaman sonra İbrahim’de güneş açar. Bulutlar çekilir, dili çözülür. “Allah razı olsun senden Üstadım! Bizi dalâletten sen kurtardın. Senin bu müjden bana yeter gayrı.” Halsizlikten düştü düşecektir. Üstad Hasan’a seslenir. “Götür kardeşim, yatsın.”

Hasan, İbrahim’i götürür. Günlerden Pazartesidir. Bir hafta sonra İbrahim’in üzerine ay doğar. Hanımının duâları eşliğinde “Üstadım ne güzel müjdeler verdi” diye diye toprağa düşer. Ecel gelince alına ölüm yazılır. Kırk gün içinde Azrail hükmü ifa eder. O gün Üstad ihtimal ki İbrahim alnındaki ecel yazısını, yüzündeki Cenneti görmüştür de öyle söylemiştir. İbrahim toprağa düşse de eseri baki kalmıştır. Evinde çoğaltılan bin takım Külliyat Türkiye’ye yayılır. Türkiye’nin dört bir yanından Risale sayfaları arasından Üstadın sesi yankılanır: “Yüzünde Cenneti görüyorum İbrahim!”

Okunma Sayısı: 4395
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • erol

    31.10.2018 16:27:10

    Akıcı bir üslup etkileyici bir yazı ve gönüllere akseden manalar, hayalleri süsleyen bir kalemden dökülen inciler, varsa! Orada Mustafa ORAL ve O"nun yüreğinden kalemine yansımalar vardır.... Tebrik eder, muvaffakıyetler ve muzafferiyetler dileriz.. Selamlar ve dualar...

  • Gündüz Alp

    31.10.2018 11:29:18

    Değerli kardeşim, Mustafa bey, her çarşamba merakla beklediğimiz güzel bir yazını daha okuduk. Dua, tebrik ve teşekkürler. Bir fani için her halde en büyük müjdeli haber, daha ölmeden "cennet ile muştulanmak" olsa gerektir. Tıpkı -teşbihte hata olmasın- Aşere-i Mübeşşere gibi. Üstelik bu muştu; yalan söyleme ihtimali olmayan, emin/güvenilir, vazifeli bir Zat'tan gelmişse. Ne büyük mutluluk! Müjdeyi veren mutlu, haberi alan mutlu! Örneği, Saadet Asrında yaşanmış küçük ve canlı bir kare. Demek "Gül Devri" istenirse tekrar yaşanırmış. Yeter ki "gül olmak" niyet, arzu, istek, azim, irade ve icraatı olsun. "Gül" olmak isteyene "Bülbül" mü yok? Bir insanın yüzünde /simasında "cennet görünmesi" herhalde "sîretin sûrete aksetmesi" olsa gerektir. Dua, selam ve muhabbetle.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı