"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

‘Çoravanis’li Ali Çavuş

Mustafa ÖZTÜRKÇÜ
12 Aralık 2014, Cuma
Vefatının 49. Sene-i devriyesi münasebetiyle..

Ali çavuş, Erek Dağı eteklerine yaslanmış Çoravanis Köyündendir. O köyde dünyaya gelmiş ve orada  12 Aralık 1965 yılında vefat etmiş, mezarı aynı köyde bulunmaktadır. Halen, hayatta olan, oğlu Feyzi Aras’ın bize bizzat babasından naklen anlattığı ve kayıt altına aldığı o hatıralardan bize de tomar halinde verdiği bilgi ve belgelerde gördüklerimiz, yürekleri dağlar, gözyaşları döktürür mahiyettedirler.

Merhum Ali Çavuş’un vefatının 49 sene-i devriyesi münasebetiyle, Allah’tan rahmet dilerken, bizlere de şefaatcı olmaları niyaziyle bizdeki  mevcut hatıralarından bir kaçını arz etmek istiyoruz.

BİTLİS CEPHESİ

“Üstad yedi talebesiyle birlikte gece bir karargâhta konaklarken, talebelerine; “kalkın, istirahat edin, ben gidip kumandanlarla görüşüp geleyim” der. Üstad kumandanlarla görüşmeye giderken, talebeler kendi aralarında istişare ederler ve Üstad gelince, “Bize izin versin, zaten biz yedi kişiyiz, biz ne orduyuz, ne de bir taburuz. Zaten seferberlik zamanıdır. Biz de ailemizin yanına dönelim” diye isteklerini belirtmeye ve söylemeye karar verirler. Aradan bir iki saat zaman geçmişti. Ve Üstad gittiği yerden geri dönmüştü. Yapılan bu istişareyi kimse cesaret edip Üstad’a söyleyememişti. Yalnız bazı bahanelerle bunu Üstad’a hissettirmek istediler. Birisi “benim çorabım yok”, biri “çamaşırım yok”, bir diğeri  “silâhım bozuk” diyerek anlatmaya çalıştılar. Üstad da çantasını açıp, çorabım yok diyene çorap, çamaşırım yok diyene çamaşır verdi. Tüfeği bozuk olana ise, kendi tüfeğini verdi. Daha sonra kalkıp; “yatın, sabah erken kalkacağız” diye tembih ederek odasına çekildi. Üstad odasına girdikten tahminen bir saat sonra kıyamet koparcasına top ve tüfek sesleri Bitlis’i sardı. Üstad ayağını kapıya vurup kalktı, “Bitlis gitti!” diyerek gürledi. Ve o talebesinin bozuk tüfeğiyle dışarı fırladı. Onunla birlikte dışarı çıkar çıkmaz hemen sipere yattık. Biz o anda yedi kişiydik. Ben Üstadımla omuz omuza idim. Üstad’ın yeğeni Ubeyd benim yanımdaydı. Gecenin çok yağışlı ve karanlık oluşundan diğer arkadaşlarımızı pek seçemiyorduk. Üstad bozuk tüfekle ateş etmeye çalışıyor, ama bütün çabalarına rağmen tüfek bir türlü çalışmıyordu. Bu arada Üstad’a  birkaç mermi isabet etti. Biri hançerine, biri sigara tabakasına, diğeri omuzuna değdi. Kurşunlar kendisine isabet ettikten sonra Üstad çok kızarak tüfeğin namlusundan tutup taşa vurdu. Tüfek kırıldı. Bu sefer kılıcını çekti ve çembere doğru saldırıya geçti. Ben peşinden gittim. Ubeyd de benim peşimden geldi. Diğer arkadaşlar yavaş kaldılar ve karanlığın da etkisiyle bizi kaybettiler. Üstad bir şeyler okuyordu ve kılıcını sallayarak çemberi yarıyordu. O arada yağmur gibi gelen kurşunlar, ne hikmetse bize hiç değmiyordu. Hatta çember o kadar daralmıştı ki, isteseydiler bizi elle bile tutabilirlerdi. O hâlâ saldırmaya devam ederken, birden Ubeyd vuruldu. Ubeyd bana ‘Ali, ben vuruldum’ dedi. Ben de Üstad’a; “Üstadım Ubeyd vuruldu” dedim. Üstadımız ne döndü, ne de cevap verdi. O hâlâ okuyup kılıcı sallamaya devam ediyordu. Ubeyd bir kaç adım daha atarak yere düştü. “Ali’ benim kemerimde biraz para var, gel onları al” dedi. Ben de “şimdi onun zamanı değil” deyip Üstad’a; “Üstadım, Ubeyd düştü ve düştüğü yere yıkılıp kaldı” dedim. Üstad yine bana cevap vermedi. Ben Üstad’ı takip etmeye devam ettim. O hâl bir saate yakın devam etti. Daha sonra çemberi yarmayı başardık. Gecenin karanlığından dolayı farkında olmadan yüksek bir kayanın üzerine çıkmıştık. Üstad bulunduğu yere oturarak kılıcı yere vurup iki eliyle kabzasından tuttu ve başını üstüne koyup daldı. Sonra birden başını kaldırarak iki elini yukarı kaldırıp; ‘Oh, oh Elhamdülillah, Ubeyd yerini buldu’ dedi. Ben de, “Üstadım, diğer arkadaşlar da yok, her halde onlar da vuruldular” dedim. Üstad Hazretleri; “Yok Ali, onlar gelecekler” diye bana cevap verdi.

RUSLARA ESİR DÜŞÜŞÜMÜZ

Ben Ubeyd’in vuruluşundan dolayı çok üzüldüm. Üstad beni teselli ediyordu. Sonra o sırada Üstad bana, “Ali altımız çaydır, çayın öbür tarafına geçersek inşâallah kurtuluruz” dedi. Üstadımız kendisini oturduğu yerden aşağıya doğru attı. Peşinden ben de atladım. Mevsimin kış oluşundan, dere kar ve buzla kaplıydı. Ben buzları kırıp suyun içine gömüldüm. Emekleye emekleye son bir gayretle sudan çıkmıştım, ama Üstad’ın düştüğü yerden kalkamayıp yattığını gördüm. Üstad bana seslenerek, “Dayı heyran gel beni kaldır, benim ayağım kırıldı veya çıktı” dedi. Ben de Üstad’ı kaldırıp bir eline tüfeğimi verdim, diğer koltuğuna da ben girdim. Bana bir taş gösterip, “bunun arkasında bir su kanalı var, oraya girelim” dedi ve oraya girdik. Ben tüfeği yere bıraktım ve Üstad’ın ayağını bir taşın üstüne uzattım. Üstad geriye doğru yaslanarak biraz daldı. Ondan sonra tekrar uyanınca bana “Ali, ben sana izin verdim. Kalk, sen de git. Korkma, inşâallah kurtulursun” dedi. Ben utancımdan ve üzüntümden cevap veremedim. Ben cevap vermeyince, “Ali, sen korkuyor musun?” dedi. Ben de; “Hayır Üstadım, niye korkayım? Sen git deyince ben üzüldüm. Çünkü bütün dünya seni tanıyor. Benim de senin yanında olduğum biliniyor. Hâlen gidip kurtulsam bile herkes seni benden soracak. ‘Üstada ne oldu, nerede kaldı?’ deseler, ben ne cevap vereceğim? Yaralı bırakıp geldim desem, herkes bana tükürecek, onun için müsaade edin de, ölürsek de beraber ölelim” dedim. Öyle deyince, Üstad elini başıma atıp, beni sıkıca göğsüne yaslayıp, sıvazladı. “Korkma dayı heyran, kader bizi esir etti.” dedi.

Rus askerleri içeriye yalnızca Üstad’ı almak istediler. Ben tüfekleri alıp dışarı çıkınca bizim o hâlimize kızarak bana dipçikle vurdular. Ve ben yere düştüm. Yerde ne kadar kaldığımın farkında değilim, gözümü açınca Üstad mağaranın kapısına dayanmış, bir tarafına da Said ismindeki talebesi destek olmuş, öyle orada duruyorlar. O esnada çok sayıda gelen Rus askerleri Üstadın etrafında çit çevirmişlerdi. Üstad bütün hiddetiyle onlara bağırıyor ve “neden benim talebemi dövdünüz?” diye kızıyordu. Hiç kimseden ses çıkmıyor, herkes Üstâdı dinliyor ve susuyordu. 

“Daha sonra Rus askerleri bir sedye getirdiler. Kırık ayağından dolayı yürüyemeyecek durumda olan Üstad’ı sedyeye alarak onların kumandanlarının kaldığı karargâha götürdüler. Bizi bulunduğumuz yerde bırakıp gitmişlerdi. Sonra bizi de alıp oraya götürdüler.

Okunma Sayısı: 1855
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı