Bediüzzaman’ı tanımak...
Hakîm ismi “Her işi hikmetle olan” demektir. Rahîm ismi ise, ”acıyan, merhamet eden” anlamındadır. Bu iki ismin de, Kur’ân’dan süzülen Risale-i Nur hakikatleriyle yakından alâkadarlığı mevcuttur. Bediüzzaman Hazretleri, Nurlar’la alâkadarlığı cihetiyle izhar eder. Şöyleki;
- “Risale-i Nur Esma-i Hüsna içinde, İsm-i nur, ism-i hakim ve ism-i bedii’nin mazharıdır. Zahirinde, tarz-ı beyanında ism-i bedii’nin cilvesi görülüyor.” (Sikke-i Tastik-i Gaybi)
- “Ehl-i hakikatin bir kısmı nasıl ki ism-i Vedûd’a mazhardırlar ve âzamî bir mertebede o ismin cilveleriyle, mevcudatın pencereleriyle Vâcibü’l-Vücuda bakıyorlar. Öyle de, şu hiç ender hiç olan kardeşinize, yalnız hizmet-i Kur’ân’a istihdamı hengâmında ve o hazine-i bînihayenin dellâlı olduğu bir vakitte, ism-i Rahîm ve ism-i Hakîm mazhariyetine medar bir vaziyet verilmiş. Bütün Sözler, o mazhariyetin cilveleridir.” (Mektubat)
Rahman ve Rahîm isimlerine mazhar olan, Risale-i Nur hakikatlerinin Nurlar’la alâkadarlığını Bediüzzaman, bir rüya-i sadıkadaki beyanlarından da anlamaktayız. Şöyle ifade ediyor;
“Eski Harb-i Umumîden evvel ve evâilinde, bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki, Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağı’nın altındayım. Birden o dağ müthiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı.
O dehşet içinde baktımki, merhum validem yanımdadır. Dedim: “Ana, korkma. Cenâb-ı Hakk’ın emridir; O Rahîmdir ve Hakîmdir.”
Birden, o hâlette iken, baktım ki, mühim bir zat bana âmirâne diyor ki: “İ’câz-ı Kur’ân’ı beyan et.”
Kur’ân’ı bir derece beyan, Sözlerle oldu. Elbette, o i’câzın hesabına geçen ve onun reşehâtı ve berekâtı nevinden olan hizmetimizdeki inâyâtı izhar etmek, i’câza yardımdır ve izhar etmek gerektir.” (Mektubat)
Bediüzzaman Hazretleri’nin ve Kur’ân’dan süzülen, Risale-i Nur hakikatlerinin, mezkûr isimlere olan mazhariyetini, Risale-i Nur’un hakkaniyetine dair önemli, nuranî birer işaret olarak da değerlendirmek mümkündür.