İslâm dini yüce bir dindir. İlâhî nizamdır. Kur’ân ve peygamber kaynaklıdır. İnsan fıtratına en uygun hususiyetleri taşımaktadır.
Yaşadığımız şu İslâm dininin dünyada ilgi ve alâkaya mazhar oluşunun en önemli hususiyeti tevhid inancının sağlamlığıdır. İslâm’da Cenab-ı Hakk’a iman etmek ve imanın gereğini yerine getirmenin sonucunda, dünya ve ahiret saadetinin elde edilmesi vardır. Bu yüzden, insanlık âlemi tercihini İslâmiyet yönünde kullanmaktadır.
Mükemmel esas ve kaidelerle mücehhez bir din olan İslâmiyete karşı gösterilen olumsuzluklar da yok değildir. Bunlar nelerdir?
Bediüzzaman Hazretleri ”Bana ızdırap veren İslâm’ın maruz kaldığı tehlikelerdir.” diyor. Bediüzzaman’ın bu çığlığının altındaki hakikat nedir?
Ömrü boyunca, İslâm’a yaptığı hizmetten dolayı bir çok ızdıraba maruz kalmıştır Bediüzzaman. Bu noktada dahi, “şahsımın mâruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeye bile vaktim yoktur” demiştir. Demek, Bediüzzaman’ın en fazla üzerinde durduğu nokta, İslâm’ın maruz kaldığı tehlikelerdir.
Peki nedir bu tehlikeler?
İslam düşmanı, iman karşıtı olanlar daima olmuş ve olacaklardır. Yaşadığımız şu fani dünyada imtihan sırrının bir parçasıdır bu vaziyetler. Cenab-ı Hak “Din-i hakiki”olan İslâm’’ı, beşere kendini bildirmek ve tanıttırmak adına bir ilâhî nizamı dünyada ikame etmiştir. Bu yüce dinin özelliklerini anlama ve anlatmak adına da ”Kelâmullah” olarak tavzif edilen Kurân-ı Kerim’i indirmiştir. Sonrada peygamber vasfına haiz bir beşer nevinden yüce peygamberimizi vazifelendirerek göndermiştir. Dahası, içinde yaşadığımız şu koca kâinatı bir saray şeklinde halk ederek, okunması gerekli bir kitap olarak akıllara havale etmiştir. Muhteşem terkipler içinde, izhar buyurduğu İslâmiyete karşı maruz bırakılan tehlikelerin varlığı elbette olacaktır. Yukarıda da değindiğimiz gibi, bir imtihan sırrı olarak hadiselere bakmak iktiza eder. Günümüzde inananlar ve inanmayanların arasındaki mücadele, dünya kurulduğundan bu yana mevcut olan bir hadisedir. Bütün bu mülahazaların içinde, cahil Müslümanların İslâma verdiği zararlar da önemli yer tutar. Bunlar doğru İslâmiyet bilmeyenler ve İslamiyete layık doğruluğu gösteremeyenlerdir.
İslâma zarar veren bir diğer unsur da, İslâm’ın varlığını kabullenmeyenlerdir. Bu içimizde de, dışımızda da mevcuttur. İslâmın doğru kimliğini bu zamanda en güzel ve doğru bir şekilde ortaya koyan Bediüzzaman olmuştur. Eserleriyle ortaya koyduğu hakikatler, bu zamanda en sağlıklı ölçülerdir. Yeterki, o eserleri doğru olarak okuyalım, doğru anlayıp yorumlayalım.
RİSALE-İ NUR’UN MÜSBET HAREKET DÜSTURU
İslâmda model arayışları üzerine yapılan geniş perspektifli bir televizyon proğramında konuşmaları dikkatlıca izlemiştim. Konu ile alâkalı fikirlerini beyan eden konuşmacılar, İslâm’a hizmette model arayışları üzerinde fikirlerini serdediyorlardı. Bediüzzaman Hazretleri’nin hizmette bir model olarak izhar ettiği müsbet hareket anlayışı, model arayışları içinde örnek bir yer tutuğu gibi, aynı zamanda önemli bir faktör olarak öne çıkmaktadır.
Bu tarzın insan hareketlerine yansıması ve baz alınması halinde bir çok problemin izalesine sebep teşkil eden bu model, devlet ve yönetimler nezdinde gayet sıhhatli yaklaşımları bünyesinde taşımaktadır. İnsanın şahsi hayatından südûr eden özellikler, topluma dolayısıyla toplumun oluşturduğu yönetimlere de sirayet eder. Bediüzzaman Hazretleri’nin ifade ettiği, “Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir” söylemi, insan, toplum ve yönetimler tarafından esas ittihaz edilip uygulama safhasına geçildiğinde, devletin bekası adına huzur ve barışı netice vereceği, tartışmasız bir hakikattir.
Zamanımızda, ilmi, imani, sosyal, eğitim ve idari konularda etkileyici fikirleriyle öne çıkan Bediüzzaman, İslâmiyet’i bir bütün olarak ele almış, sağlıklı yorum, tesbit, tahkik ve değerlendirmeleriyle insanlığın istifadesine sunmuştur.
Bediüzzaman hazretleri, bu kudsi meselelerin izahını yaparken, müsbet hareket tarzının ehemmiyetini vurgular. Siyasal İslâm anlayışının İslâm’a zarar verdiğinin altını çizer. Çözümün müsbet hareket tazında olduğunu söyler ve der; ”Bizim vazifeimiz müsbet hareket etmektir, menfi hareket değildir. Vazife-i ilâhiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi netice veren müsbet iman hizmetiyle mükellefiz, bu yönde her sıkıntıya sabırla şükürle mükellefiz...”(Emirdağ Lahikası).
Sonuç olarak; İslâmın maruz kaldığı tehlikeler müsbet hareketle bertaraf edilir.