Bediüzzaman’a, gençliğinin baharında talebe olma mazhariyetine ermişti. Sadakatli biriydi. Van Kalesi’nin güneyine düşen Horhor Medresesi’nde, ders ve talimini almış, aradan geçen yılların akabinde, Bediüzzaman’ın Erek Dağı yamaçlarında konakladığı “çilehane”de ona ”Beli” demiş, hizmetinde kusur etmeyerek, Nurşin Camii’nde de, talebeliğini sürdürmüştü. Aslen Siirt’liydi. Uzun yıllar evvel Van’a göç etmiş ve yerleşmişlerdi. Nur’un kudsî dairesinde pervaneleşerek, Bediüzzaman’a ömrü boyunca hizmet etmiş, Nurlar’ın o cihanşümul manasından dersini alarak kana kana içmişti. Bediüzzaman’a talebe olan bu şahsiyetin adı; Hamid Ekinci, nam-ı diğer Molla Hamid’ti.
“Seyda” dediği “Kurban” olarak hitap ettiği, muallimi olan Bediüzzaman’la geçen o huzur dolu günlere dair birçok tatlı şivesiyle anlattığı, bizimde kendisinden zevkle dinlediğimiz hatıraları mevcuttur.
Üstad’ı, Erek Dağı zirvesinde, Çoravanis Köyü’nde ve saadetli hanesinde anlattığı, hatıralarından birisi şöyleydi: “Bir gün Üstad’la beraber ikimiz beraber şehirden geliyoruz. Yolda üzerinde namaz kılınabilecek bir taş gördük. Dedi: “Bunu götürebilsek üzerinde namaz kılarız.” Ben arkama aldım, gidiyoruz. Bir taşa daha rastladık. Dedi: “Bunu da ben alayım.” Ve arkasına aldı mübarek. Yol yok tabi. Dağ yoludur. Bir ayakkabı var ayağında kurumuş. Mübarek ayaklarının altı toprağa temas ediyor. Arada bir ayağından çıkıyor, aşağı kayıyor. Dedi: “Hey! Hey! Bir zaman vardı. Said, Tahir Paşa ile ayağında çizmeler, faytonla tenezzül etmezdi gitmeye. Şimdi şu eski ayakkabılar sözümü tutmuyor.” Ben dedim: “Efendim keşke o eski günler uzun olsaydı.” Dedi: ‘Sus! Bugünüm daha iyidir’ dedi.”
Bediüzzaman, ibret dolu dersler verendi.