1889 yılında, İstanbul’a bağlı üsküdar ilçesi Selimiye mahallesinde dünyaya geldi.
Küçük yaşlarda ailesiyle birlikte şam’a hicret eyledi. Bir subay olan merhum pederinin vazifesi gereği küçüklük yıllarını o mekanlarda geçirdi. Bediüzzaman’ı çocuk yaşta ilk defa Şam Emevi Camiinde gördü.
Babası,”Bak oğlum, bu Zat’a iyi bak, sen ilerde bu muhterem zat’a talebe olacaksın” dedi.
Ehl-i ilim ve ehl-i kalb olan babasının”bu Zat” dediği muhteşem şahsiyet, Bediüzzaman’dan başkası değildi. Şam’ın meşhur camii-şerifinde binlerce insana hutbe irad buyururken tevafuken babası, bu telkini oğlu Tevfik’in o safiyane yüreğine oturmuş olmalı ki, şahane gözlerine baktı Üstad’ın hasretle.. İçinde, o masum kalbiyle bakışı kabule mazhar bir dua olmuş ki, kader-i ilahinin sevkiyle Hafız Tevfik, zamanla Barla’ya hicret etmiş ve o Aziz Üstad’a talebe olma mazhariyetine ermiştir.
Barla’da yalnız ve garip biriydi Bediüzzaman..Kalben çok seviliyor, fakat zahiren korkuluyordu O’ndan.
Ehl-i dalâletin düşman ilân ettiği bu efendi ve gönül sultanı mübarek şahsiyete karşı, soğutulmuştu bir çok Barla’lı..
Emniyet ve huzur telkin eden şahsiyeti içinde onu seyreden Barla’lılar, daha fazla korkuyu ruhlarında taşıyamaz olmuşlar ki, ona sıcak bir hürmetle yaklaşıyorlardı..
Halim selim ve bir o kadarda gönüllere ve etrafa huzur ve itimat telkin eden Bediüzzaman’a, o korkulu yıllarda yaklaşanlardan birisi de Hacı Hafız Tevfik Göksu olmuştu.
Tebessüm etmiş Üstad ona ve ”gel kardaşım.”demişti.
Benliğini ve ruhunu sıcak bir iklimin sardığını hisseden, Hacı Tevfik, korkusuzca ve sevinçle yaklaştı Bediüzzaman’a. Bediüzzaman, huzur veren sesiyle”Sen bana talebe olur musun?”diye sordu. ”Olur efendim” dedi Hacı Tevfik’de. Hafız Tevfik, Üstad’a talebe ve nur’lara katip olarak yaşamayı kabullenmişti artık.
Üstad,”Yaz” diyordu, oda yaziyordu acelece..
Kur’ân’dan “Ani ve de’fi olarak” süzülen hakikatlerin mavcudiyeti içindeki mânâ âlemine, Üstad’ın yanında mazhar olan Hafız Tevfik efendi, Nur’un ilk başkatiplerindendi artık..
Üstadın manevî şahsiyetiyle alakalı şu hakikatleri, Nur’un satıraralarına serpiştiriyor ve diyordu ki;
“Üstadımın tarihçe-i hayatını” düşündüm, baktım (Mevlânâ Halid’le) dört mühim noktada tevafuk ediyorlar:
Birincisi: Hazret-i Mevlânâ 1193’te dünyaya gelmiş; Üstadım ise 1293’te Mevlânâ Halid’in tam 100 senesi hitam bulduktan sonra dünyaya gelmiştir.
İkincisi: Hazret-i Mevlânâ’nın tecdid-i din mücahedesinde başlangıcı ve mukaddimesi Hindistan’ın payitahtına 1224’te girmiş; Üstad ise aynen yüz sene sonra 1324’te Osmanlı payitahtına girmiş, mücahede-i manevîsine hazırlanmış.
Üçüncüsü: Ehl-i siyaset Hazret-i Mevlânâ’nın fevkalâde şöhretinden tevehhüm ederek diyar-ı Şam’a mekân ettirilmesi 1238’de vaki olmuştu. Üstadım ise aynen yüz sene sonra 1338’de Ankara’ya gelip onlarla uyuşamayıp onları reddederek, Van’a gidip bir dağda inziva ederken 1338 senesini müteakip Şeyh Said hadisesinin vukuu münasebetiyle ehl-i siyasetin vehmine dokunmuş; ondan korkarak Burdur ve Isparta, Kastamonu, Afyon vilayetlerinde sekizer sene ikamet ettirilmiş.
Dördüncüsü: Hazret-i Mevlânâ yirmi yaşına girmeden evvel allâme-i zaman hükmünde fuhul-i ulemânın üstünde görülmüş, ders okutmuş. Üstadım ise tarihçe-i hayatını görenlere ve bilenlere malûmdur ki on dört yaşında icazet alıp âlem-i ulema-i zamana karşı muarazaya girişmiş, on dört yaşında iken, icazet almaya yakın talebeleri tedris etmiştir.
5 Ağustos 1965 senesinde, Barla’da vefat eden Hafız Tevfik Göksü’ya Allah’tan rahmet diler, Cenab-ı hak’tan bizleri de onun ve Aziz Üstad’ın şefaatlerine mazhar etmesini diliyoruz. Allah rahmet eylesin. Amin.