"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Paris'e veda vakti

Mustafa Sait ÖNAL
13 Nisan 2017, Perşembe
Ne Paris gezdikçe bitecek, ne de biz hepsini gezebileceğiz. Artık vakit eşyaları toplama vakti. Vakit hoşçakal deme vakti. “Paris’ten bize ne getirdin” diyenlere yetecek kadar çikolatayı elimize aldık, Ancak onu da havaalanı polisine kaptırdık :)

RER D banliyö hattı üzerindeki Gare de Châtelet’den çıkıp Sen Nehri’ne doğru inip hava kararırken Louvre Müzesi’nin geniş avlusuna giriyoruz. Avludan Louvre’ın girişi olan Üçgen Piramit’in bulunduğu tarafa geçiyoruz. Hafta içi ve akşam vakti olması sebebiyle hiç sıra beklemeden kolayca içeri giriyoruz. Üçgen Piramit’in hemen altında çok geniş bir alanda bilet gişeleri ve danışma ofisleri bulunuyor. Danışmadan Louvre’un haritasını, gişeden biletimizi alıp müze girişine ilerliyoruz. Barındırdığı eserler miktarınca ve bulunduğu alanın büyüklüğünce, Louvre’da yürürken yorulup, gezdikçe kaybolacağız.

İçeri henüz girip haritaya bakmışken daha kendimizi kaybolmuş buluyoruz. Merdivenler, odalar içinde odalar; Antik Yunan heykelleri, tablolar, yazıtlar, sfenksler, hiyeroglifler, altın takılar... Biraz daha içeri girdikten sonra Louvre’un plan mantığını anlayıp haritayı nasıl okumamız gerektiğini anlamaya başlıyoruz. Haritaya bakıp Mona Lisa’yı ne zaman göreceğimizi artık bilebiliyoruz.

Nihayet bir iki saatin ardından Güney Kanadı’nda, İtalyan ressamların büyüklü küçüklü eserlerinin arasında yorulmuş bir şekilde ilerlerken tarihin en gizemli eseri olduğu iddia edilen Leonardo Da Vinci’nin Mona Lisa’sına varıyoruz. Hakkında bir çok kitabın yazıldığı, filmin çekildiği, şarkının söylendiği, bilimsel araştırmanın yapıldığı Mona Lisa, dünyanın en meşhur -belki de meşhur oluncaya kadar ciddî bir şekilde pazarlanan- tablosu. Louvre’u ziyaret eden turistlerin gözdesi Mona Lisa’nın etrafındaki kalabalığa baktığımda sanki ziyaretçilerin, sadece o tabloyu görmeye geldiği izlenimine kapılıyorum.

Müzeyi gezmeye devam ederken öğrenci topluluklarıyla ve ressamlarla karşılaşıyoruz. Profesörler sınıflarını getirip küçücük bir objeyi sayfalarca not almaya yetecek kadar, kendisini kaptırmış bir şekilde anlatıyor. Öğrenciler ise hocalarının ağzından çıkan her bir harfi yakalamak istercesine ellerindeki bilgisayarlarda yazabildikleri kadar hızlı not tutuyor. Ressamlar yanlarında getirdikleri iskemlelere oturarak -belki saatlerce- heykelleri kaba kâğıtlarına karalıyor. Bazı yaşlıların bir araya gelerek bir heykeli tıpkı gerçekmiş gibi çizmeleri Paris’teki sanatın canlı örneğini gösteriyor bize.

Buranın sadece müze olmadığını görüyoruz. Burası, öğrencilerin buluştuğu okul. Ressamların çizim için geldiği bir yer. Turistlerin Mona Lisa için uğradığı turistik mekân. Yaşayan tarih. Burası, 380 bin objeyi ve 35 bin sanat eserini barındıran ve gezdikçe bitmeyen müze: Louvre.

***

Hava açık ve güneşli. Gökyüzü masmavi parlıyor. Eyfel’e çıkmak için harika bir gün. Eyfel’e vardığımızda etrafının çevrilmiş olduğunu görüyoruz. Biraz daha yaklaşabilmek için güvenlik noktalarından içeri giriyoruz. Çantalarımız aranıyor, metal dedektörden geçiyoruz ve güvenlik görevlisi de üzerimizi aradıktan sonra nazikçe iç tarafa alınıyoruz.

Bilet gişelerindeki sıra bitecek gibi değil. 1889’da yapıldığından beri çalışan asansörlerini bir aşağı bir yukarı yolcularıyla birlikte aralıksız hareket ediyor. Hayır, biz merdivenleri tercih edeceğiz. Bitmez bilmeyecek sırayı beklemeden gişeden geçip merdivenlere yöneliyoruz. Eyfele yavaş yavaş, her anını yaşayarak çıkmak istiyoruz. Paslı demir yığınının tepesine çıktıkça binaları tepeden görmeye başlıyoruz. Biz yükseldikçe asansörler yanımızdan inip çıkıyor. Birinci katı bile şehri oldukça yüksekten görüyor. Eyfel şehri yüksekten görüyor, ama benim asıl merak ettiğim Eyfel yüksekten nasıl gözüküyor. İkinci kata vardığımızda o gün çıkabileceğimiz en yüksek noktaya çıkmış oluyoruz ve Paris’e dalıyoruz. Ortasından kocaman nehir geçen büyük bir şehir. Ucu bucağı yok.

***

Paris’te fazla vaktimiz kalmadı, günler sona erdi. Görmem gereken bir manzara daha var: Montparnasse Binası’nın 60. katından gün batarken Eyfel. Gün başlarken Paris’e gitmek için gene trene bindik. Hafta sonu Paris’i ilk defa göreceğiz. Bir önceki hafta sonu hızlı bir Rotterdam, Amsterdam ve Brüksel turu yapmıştık. Bugün ilk durağımız iki ana salonda sergilenen dev nilüfer tabloları ile meşhur olan Orangerie Müzesi olacak. 

Louvre’dan Orangerie Müzesi’ne giden parkta henüz öğleden önce yürürken Paris’in kalabalığıyla tanıştık. Gruplar halinde şehir boyunca koşturan genç ve yaşlı insanlarla karşılaştık. Kimisi yorgunluktan geride kalmış grubuna yetişmeye çalışıyor, kimisi grubun önünde güçlü bir şekilde koşturmaya devam ediyor. Bazıları köpeğini gezdirirken, bazıları da ailesiyle bir hafta sonu geçiriyor. 

Orangerie Müze’sine girdiğimizde Claude Monet’nin Giverny’deki evinin bahçesindeki nilüferlerden esinlenerek yaptığı panoramik tablolarla, bahçeyi 360 derece seyrediyoruz. Picasso’nun ve bazı diğer ressamların tablolarını seyrettikten sonra vakit öğleyi geçmişti. Paris’in tarihinin bozulmadığı taş döşenmiş soğuk caddelerine tekrar dönüp yürümeye devam ediyoruz. 

Paris Yeraltı Mezarları’nı görmek için şehrin bir ucundan diğer tarafına yürüyerek gitmeyi tercih ediyoruz. Uzun süre yürüdükten sonra nihayet varıyoruz. Ancak ne yazıkki bakımda olduğu sebebiyle kapalı. Gelen bir kaç turist de kapalı olduğunu görünce hayal kırıklığına uğrayıp geri dönüyor. Olsun yürüdükçe şehri daha iyi tanıyoruz. Etrafta neler olduğunun daha fazla farkına varıyoruz.

***

Gün batımı yaklaşırken Montparnasse Binası’na çıkma vakti de yaklaşıyor. Önce gençlerin ve ihtiyarların oyun oynadığı, insanların gezip oturmak için geldiği büyük Lüksemburg Bahçesi’ne gidiyoruz. Kışın soğuğundaki parkta şimdilik çok fazla yeşil alan yok. Avrupa’nın en popüler açık hava oyunlarından biri olan “Petank” ile bu bahçede tanışıyoruz. Ekseriyetle yaşlı insanların oynadığı oyunda yaşlılar ellerindeki gülleleri sırayla hedef topa fırlatmaya çalışıyor. Küçük çocuklar midilli atlara biniyor, çiftler banklarda oturuyor. Turistler bahçenin başındaki Lüksemburg Sarayı’nı seyrediyor. Parkta biraz dinlendikten sonra artık harekete geçiyoruz.

Nihayet Montparnasse Binası’na gitme vakti geldi. Paris’i ve Eyfel’i 60. kattan göreceğiz. Hava henüz kararmadı. 60. kata çıktığımızda güneş batıyor olacak. Biletimizi alıp hızlı bir asansöre biniyoruz. Yukarı vardığımızda Paris’i gündüz gözüyle hakim bir noktadan görüyoruz. Yukarıdan baktığımızdan dolayı Eyfel, şehrin ortasında arkasındaki binalardan dolayı kayboluyor. Hemen orada Eyfel. Biraz daha yakında sağ tarafta Napolyon’un mezarının bulunduğu Les Invalides var. Onun ötesinde Sen Nehri şehri ikiye ayırıyor. Nehrin ötesinde Şanzelize Caddesi var. Sen Nehri’ni sağa doğru takip edince önce Concorde Meydanı’ndaki Orangerie Müzesi’yle birlikte meşhur dönme dolabı görüyoruz sonrasında ise Louvre Müzesi’ni. Biraz daha sağda ise Notre Dame var. Hava kararınca onu çok fazla seçemiyoruz uzaktan. Nehrin diğer tarafında, en uzaktaki Beyaz Kilise de bulunduğu yerden bizi seyrediyor.

Binanın terasında şehri seyrederken soğuk sanki kimseyi etkilemiyormuş gibi herkes Paris’e dalıyor, Paris’i seyrediyor. O esnada terasta birden alkış tutuluyor. Herkes sevinçle tezahürat ediyor. Tek taş gösterilip evlilik teklifi edilmiş. Anlaşılan cevap olumlu. Eyfel’in ışıklarını açmasıyla ve şehrin sokaklarındaki arabaların farlarını yakmasıyla şehir farklı bir kimliğe bürünüyor. Tam o vakitlerde ileride bir tanesini seçmek üzere Eyfel’e doğru 10’larca kez deklanşöre basıyoruz. 

Hava iyice karardığında ellerim donmuş olarak aşağıda kapalı bir alana giriyorum. Biraz ısınıp çözülmek için bulduğum bir yerde oturuyorum. Christian isimli bir gençle tanışıyoruz. Fransızca birşeyler sormaya başlayınca Fransızca bilmediğimizi ifade ettikten sonra konuşmaya başlıyoruz. Christian ve ekibi, Montparnasse’ın tepesinde konser verecekmiş. Paris’in çok güzel bir şehir olduğunu söylüyor Christian. Zamanında Batı Afrika’da yer alan Togo’dan gelmiş. Şimdi ise ISG’de İşletme okuyormuş. Konser de ISG’nin bir etkinliğiymiş. Biraz muhabbetten sonra birbirimizi Facebook üzerinden ekleyip kendisine bol şans dileyerek güne elveda diyoruz. Geç saatlerde eve vardığımda kendimi yorgun bir şekilde yatağa kapaklanmış buluyorum.

***

Sabah geç uyandık. “Pazar ayinini sanırım kaçıracağız” telâşıyla apar topar evden çıktık. Önce Sen Nehri’nin üzerindeki köprüden geçtik. Nehrin üstündeki ada şehre çıktığımızda, Notre Dame’a yaklaştıkça var güçle çalınan kilise çanlarının gürültüsü de arttı. İlk defa böyle bir şeyle karşılaşmanın heyacanı ile ilerlerken Notre Dame’a vardığımızda giriş için uzun bir kuyruk gördük. Birden içeri giremeyeceğimizi düşündük, ancak sıra hızla ilerliyordu. Kısa süre içerisinde içeri girdik. Ayin başlamıştı.

İçeri girdiğimizde yoğun bir tütsü kokusu ile karşılaştık. Zaman zaman rahipler vaaz verdi. Bazen kilisenin orgu eşliğinde cemaatle birlikte ilâhiler okundu. Kilise cemaatinden sadâkalar toplandı. Beyazlar içindeki bir çocuk rahiplerin bulunduğu platformda tütsüler salladı. Nihayet, ayinin bittiğini anladığımız Sacré-Cœur’da da karşılaştığımız gibi, rahipler cemaatin her bir ferdinin ağzına minik bir parça şarap-ekmek bıraktı. Bu merasimden sonra kilise orgunun bütün tuşlarına basarcasına çıkan gürültü eşliğinde cemaat kiliseyi terk etti. Biz de bir süre daha kilise orguna dayanıp içerde duramadık.

***

Ne Paris gezdikçe bitecek, ne de biz hepsini gezebileceğiz. Artık vakit eşyaları toplama vakti. Vakit hoşçakal deme vakti. Charles De Gaulle Havalimanı’na yola koyulduk. Paris’ten bize ne getirdin diyenlere yetecek kadar çikolatayı elimize aldık. El çantamıza bir kavanoz da çikolata koyduk. Ancak kontrolde kavanozun geçmeyeceğini akıl edemedik. Bir kavanoz çikolatayı güvenlik görevlilerine ellerimizle teslim ettik.

Pasaportumuza çıkış damgasını vurdurup bekleme salonuna geçtik. Uçağımızın biniş saati geldiğinde otobüsle uçağa taşındık. Yolculuk oldukça uzun sürdü. İniş daha uzun. Uçaktan inip Havalimanı’na ulaşabilmek daha uzun. Ne uçak trafiği hemen bitti, ne de aprondaki araçların trafiği... İstanbul’a vardığımızı hemen hissettik, Apron trafiği, İstanbul trafiğini aratır cinsten değil. Nihayet pasaport kontrolünde giriş damgamızı vurdurduk. Polise, iyi akşamlar deyip ülkeye ayak bastık.

Instagram: @mustafasaitonal (Instagram hesabımda geziyle ilgili fotoğraflar paylaşıyorum.)

Okunma Sayısı: 2169
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Mustafa Sait Önal

    13.4.2017 21:59:13

    Ben teşekkür ediyorum Abdurrahman abi... Allah razı olsun..

  • Abdurrahman KOÇAK

    13.4.2017 09:28:29

    Teşekkürler Mustafa Sait, güzel bir gezi yazısı ....

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı