"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Böyle mi olacaktı?

Muzaffer KARAHİSAR
25 Ağustos 2015, Salı
Az önce önümde gelişen tatsız olay beni iyiden iyiye rahatsız etmişti.

Bahçedeki bankta oturduğumun bile farkında değilim. Bir evladın babasına nahoş davranışları, hesaba çeker gibi sorgulaması, yargılaması, sesini yükselterek azarlaması… Sonra bir hışımla babasının yanından kalkıp öfkeyle, tafrayla elini kolunu sallayarak arkasına bakmadan çekip gitmesi… Olacak şey değil!

Bizleri ve bahçedeki başka insanları kale almadan, konuşmadan, selamlaşmadan bırakıp giden insanın agresif tavrına çok canım sıkılmıştı. Babası arkasından sükûnetle dirin bir iç çekerek, “Beni bari burada rahat bırakın” der gibi öylesine masumane bakıp kalmıştı. Yaşlı adam, oğlunun kendisine karşı olumsuz davranışlarına alışkındı belki ama bunu el içinde yapması üzüntü vericiydi.

Yanına oturduğumu sonradan fark ettiğim, dağınık saçlı yaşlı adam, alnında kalın çizgiler, yüzünde yıllardan kalan karışık izler ve mor halkaların çevrelediği yorgun gözleriyle uzaklara hasretle bakarak, bir filozof edasıyla söze başladı: “Böyle mi olacaktı?” dedi. Yanımda oturan bir insanın sözünün havada kalması nezaketsizlik olur, diye “Elbette kim ister böyle olmasını, acı ve esef verici bir durum. Gördün az önce yaşanan durumu!” dedim. 

Adam başladı anlatmaya… “Bir köy insanıyım ben. Güzel Anadolu’nun dağlarından, uçsuz bucaksız yaylalarından, kartalların yüksekten uçtuğu, ceylanların su içtiği pınarlardan, mezralardan, yurdumdan, yuvamdan kopup geldim buralara. Bozkırlarda otlaklar, ormanlarda çam havası, çayır, çimen, kekik kokusu içinden şirin memleketimi arkamda bırakıp da geldim evlat ben buralara…” 

Anlattıkları hoşuma gitmişti. Bir taraftan da az önce yaşanan tatsız olaya lafı ne zaman getirecek? Benim duyduğum üzüntüye, ya da yaşlı adamın maruz kaldığı olaya temas ederek zamane gencinin cahilce davranışını tenkit edecek, içimdeki hafakanı bastıracak diye bekliyorum.  

“Her şeyimi oralarda bırakıp geldim. Nasırlı ellerimle, alın terimle, emeğimle taşlarını ayıkladığım bahçemi, diktiğim gülleri, ağaçları, yaptığım aşıları ve uçsuz bucaksız memleketimin taşını, toprağını, ovasını, yazını özledim. Oralarda Çatalpınar vardır. Buz gibi berrak, gür, tatlı suyu kumların içinden büngülder, kaynar. Bir içen bir daha içer, tadına doyum olmaz. Ormanın içindeki yaylada yüksekçe bir tepe vardır. Orada yaz-kış renk cümbüşü envai çeşit kır çiçekleri olur, bu yüzden eskiden adına Çiçektepe demişler….

O tepede bir bahar günüydü. Gençliğimde hayvan otlatırken, her çiçekten renkli, güzel bir demet yaptım, akşam nişanlıma gönderdim. O da şu cebimde itinayla sakladığım ucu işlemeli, sırmalı mendili göndermişti. Sevinçli, heyecanlı, mutlu yıllar… Evlendik yıllar çok çabuk geçti. Bir sonbahar günüydü yani çiçeklerin solduğu mevsimde…. Onu ahirete yolcu ettim. Ben buraya geldim.” 

Mendili tekrar itinayla cebine koydu. Yeleğinin yan cebinde asılı zincirden tutarak cep saatini çıkardı. “Yıllar rüzgâr gibi geçti ama burada saatler, dakikalar geçmek bilmiyor. Neredeyse on iki olmak üzere” dedi. Sanki zamanın geçmesini hızlandırmak istiyormuş gibi saati hızlı hızlı kurdu, tekrar cebine koydu.

O gün, canımızı sıkan olayı gerçekten fark etmedi mi? Yoksa laf ustalığıyla beni içinde bulunduğum atmosferden uzaklaştırmak için mi? Sohbeti başka mecraya götürdü bilmiyorum. Platonik köy hikâyesini sevdiğimi öğrendi. Her karşılaştığımızda bana köyünden anılar anlatırdı.

Her fani gibi oda bir gün son nefesini verdi. Hakkın rahmetine kavuşmuştu. Yakınları gelmiş biri acele evrak tamamlıyor, biri ilgisiz dışarıda sigara içiyor, birisi de az ışıklı, soğuk morgdan cenazeyi teslim alıyordu. 

Sonra içlerinden biriyle odaya beraber geçtik. Tereke emanetlerini verdim. Ucu işlemeli mendilin hikâyesini anlattım. İlgiyle ve dikkatle dinledi. Çiçektepe’yi, Çatalpınar’ı sordum. Oralardan rahmetlinin kabrine su ve çiçek getirip serpmesini söyledim. 

En son köstekli cep saatini uzattım. Bu saati babanız, her gün aksatmadan kurardı. Onun zamanı durmuş. Artık sizin saati kurup çalıştırmanız gerekmez, çünkü o geriye doğru işlemez. Ne kadar baksanız da geçen zamandan ve sahibinden haber veremez, dedim. Bir yüzüme bir de saate batı. Anlamış gibi yaptı, başını öne eğerek odadan vedalaşıp ayrıldı.

Okunma Sayısı: 1299
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • İseyda

    25.8.2015 23:20:48

    Bu hikayeler ne zaman bir kitap haline gelecek merak ediyorum. Yeni Asya Neşriyat editörleri teklifimi bir düşünün derim. Çok güzel bir hikaye kitabı çıkacağından eminim.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı