"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Son perde

Muzaffer KARAHİSAR
29 Mayıs 2018, Salı 01:05
Yatağın üzerine boylu boyunca uzanmış hüzünlü bir sükûnete dalmıştı.

Üzerine örttükleri beyaz örtü, onun çektiği bütün sıkıntıları, acıları, çilelerin yüzüne akseden izleri kapatan son perdeydi. Her şey geçmişte kalmıştı. Kuş gibi uçup giden ömür dakikaları bir nefesle mazi oluvermişti. Hayatın külfetleri bitmiş, ağır yükleri hiç olmamış gibi, yaşanmamış gibi gerilerde kalmıştı.

Ömrünün her safhası sıkıntılarla yoğrulmuş bir insanın beyaz örtüyle bir gelin gibi ahirete süzülerek gittiğini düşünmek farklı duygular çağrıştırıyordu. Onun yaşlı yüzündeki çizgiler, yorgun bakışları, konuşurken bükülmüş belini düzeltmek için başını yukarı kaldırmaya çalışması ve her şeyi anlatan nasırlı ellerinde fazla açılmayan romatizmalı parmakları… Ne gördüyse ve yaşadıysa üstündeki o örtünün altında bırakıp yola çıkmıştı.

Eskiler “Ölüm altın kapaktır” derlerdi. Acıların, ağrıların, sıkıntıların sona ermesi anlamında geride kalanların nazarında her şey bitmişti belki. Gönüllerde bıraktığı izler, vicdan yarası, matem hatırası, kul hakkı, veballer, intizarlar, kötülükler… O kapağın dışında, hesap gönünde mizana konacağı zaman kim bilir neler vardır? 

Ben onu annem gibi, o da beni evladı gibi sevmişti. Karlı bir kış günü köyün muhtarı eski bir minibüsle getirmişti Huzurevine. Hiç tereddüt etmeden ve güler yüzle kabul etmiştik. Baş başa kaldığımızda muhtar, onun çektiği bütün sıkıntıları anlatmıştı. İkide bir rahmetli eşi, “Bu oğlanı çok şımartıyorsun. Sonra acısını çekersin!” dermiş. Gerçekten öyle olmuş. Hiç çalışmayan, aylak dolaşan, köyde olmadık işlere karışan, öfkeli, belalı, kavgalı, borçlu, problemli, sorumsuz bir şahsiyet olarak peşinden annesi koşmuş yıllarca. Eşine, o yaşlı kadın sahip çıkmış, ihtiyaçlarını karşılamış, çocuklarını okutmuştu. 

Yaşlanmış kadının bahçe, arazi, tarlalarını oğlu satıp bitirmek üzeredir. İstanbul’da okuttuğu torunu için icara verdiği son tarlanın satılmasını ısrarla isteyen oğlu, kabul etmeyen yaşlı ve hasta kadını rahatsız eder, bağırır, çağırır, evden kovar. Kimselere derdini söylemeyen Arzu Teyze, bir süre tandır evinde kalır…  Sonrası bilmediği, görmediği, düşünmediği bir yerde, huzurevinde nasibine tecelli eden kaderin cilvesini yaşamaya başlamıştı.

 Neden bu kadar düşünceli durduğunu sorduğumda “Ben düşünceli durmayayım da kim düşünceli dursun?” demişti. Hayatın bütün yükünü omzunda taşımaktan beli bükülmüş bir ihtiyara halini sormak gibi oldu. Anlattı uzun uzun… Yaralı bir anne yüreği böyle olur diye düşündüm. Anemi hastalığı başlamış, sürekli kanı eksiliyordu. Kafasında çözülemeyen onca sıkıntıları, ruhunu bunaltan dertleri vardı.

Gönüllü bayanlar, kan vermek için hemen organize olmuşlardı. İki haftada bir düzenli kan verilmeye başladı. Temiz, bakımlı, düzenli ve doktor kontrolünde huzurlu bir hayata kavuşmuştu. Oğlu İstanbul’da okuyan kızını öldürmüştü. Cinayet haberini duymaması için tedbir almıştık. Ancak televizyon haberlerinden öğrenmiş, yıkılmış, kahrolmuştu. Ona metanet verecek, teselli edecek manevi iksirleriyle, iman hakikatleriyle, Peygamberimizin (asm) müjdeleriyle bir nebze ferahlamışı.

Kısa bir zaman sonra ona gelen bir zarfın üzerinde “Görülmüştür” yazıyordu. Cezaevinden annesinden para isteyen bir hükümlünün mektubu sahibine ulaştırıldı. Arzu Teyzenin oğlunun talebi karşısında, tutumunu çok merak ediyordum! 

Bana hiç unutmayacağım bir ders vermişti. O yaşlı, bezgin, bitkin, yorgun kadın, bükülmüş belini doğrultarak “Ben anneyim! Anne kalbini bilmezsin” dedi. Devam etti: “O benim ömrümü bitirdi. Hastalığımla ilgilenmedi. Varımı yoğumu harcadı. Kendi evimden kovdu! En kötüsü okuttuğum torunumun hayatına son verdi. Ama ben anneyim. Ne yapayım gelirim yok ama yaşlı harçlığından ona para göndereceğim!” Demişti.

O yaşlı kadın, geçmişte bana verdiği şefkat dersinin devamında; beyaz perdenin altında, sessiz duruşuyla farklı bir pencereden, ölüm gerçeğini ibret dersi olarak anlatmıştı…  

Epey zaman oldu... Şimdi onun nurani âlemlere kutlu yolculuğunu düşünüyorum... “Çünkü nurani âlemlere giden yol kabirden geçer ve en büyük saadetler büyük ve acı felaketlerin neticesidir.”(29. Lem’a İkinci Bab.) 

Okunma Sayısı: 3661
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ersan AYBAR

    29.5.2018 12:41:42

    Muzaffer Bey Elinize Sağlık Allah razı olsun Çok Duygulu bir yazı olmuş Teşekkürler.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı