"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Sonbahar

Muzaffer KARAHİSAR
04 Ekim 2016, Salı
Sonbaharın habercileri var her tarafta.

Bir mevsim bu kadar mı hissettirir kendisinin geldiğini? O geldiğinde hiçbir şey kararında kalmaz, baştan aşağı çehresi değişir tabiatın ve her şey hüzünlenir bu mevsimde. Eylül, hazan mevsiminin başladığı vedaların, kafile kafile göçlerin, ayrılıkların, ölümlerin habercisi sanki. 

Kırlarda, bağlarda, bahçelerde çiçeklerin rengi solar, bülbüller susar. Rüzgârın önünde gazeller, yapraklar savrulur yerlere... Yağmur yüklü bulutların koyulaştığı gökte, maviliklerinin yüzünde göçmen kuşlarının peşpeşe süzülüşleri, gurbete kanat çırpışları vardır… 

Gölgelerin tadı kaçınca ağaçlar, hüzünle bırakır sarı yapraklarını mektup misal gurbete giden fırtınalara… Veda mevsimidir artık herkes için, her şey yabancıdır bu ayrılık mevsiminde. Her tarafta canlılar, ölüme hazırlanır gibi ayrılığın hüzünlü, soğuk ve gerçek nefesini hisseder. Her canlının fıtratındaki baki yaşama arzusu ve ölüm korkusunun birleştiği, düğümlendiği, renklendiği bu mevsimde kış uykusu, geçici bir ölüm rengine boyanır.

Başka bir nazarla sonbahar, renklerin her tonunun tabiat tuvaline yansıdığı manzaraların, sanatların, güzelliklerin, ışıkların şekil değiştirdiği zamanın adıdır. Güneş, Çamdağı’nın omzundan guruba giderken süzülen kızıllıkları, Barla gölünün yüzündü raks eder bu mevsimde. Cennet bahçesinde solmuş çiçeklerin yerinde, gül rengi kızarmış yapraklar toprağa serilmiş halı misali elinde cevşen, dilinde dua ile gelen hüşyar gönüllerin, aşk ritminde hasretle çarpan kalplerin ziyaretini bekler.  

Bu mevsim, kalplerin hislerle titrediği, şefkatle ve merhametle duygulandığı veda mevsimidir. Bütün güzellikleri, sanatları, rızıkları, faaliyetleri ile şevk ve cezbe içinde bütün ihtişamıyla zikr-i Hallak’ı söyler tabiat. Ağaçların, kuşların, karıncaların, sineklerin, böceklerin simasındaki  isimlerinin tecellisinden anlarız O’nun varlığını. Sonra paydos emrine uyarak kafileler halinde dünyaya veda edip hayat ve mevt renk değiştirir, giderler. Bir an, bir sanat, bir tat, bir hatıra, bir renk ve renklerden mürekkep biteviye akan güzellikleri, bırakıp sessizce ayrılırlar.       

Bahar çiçeklerinin çabuk mahvolmalarına üzülen Bediüzzaman, “...hatta, o nazeninlere acıyordum.” diyor. Güz ve baharın tahribat ve tamiratlarına iman nazarıyla bakınca farklı ve gerçek yüzünü hassas bir mizan ile ve o kadar ince bir ölçü ile tanzim edilip tartıldığını izah etmiştir. Her bir mahlûku, hikmet kelimeleri, rahmet sözleri ve kudret harfleri olarak çok manaları ifade ettiğini anlatmıştır. Ayrılıklar, iftiraklar ve ölümler ebedi yok olmak olmadığını bilerek yazıklar, üzüntüler yerine, ihtiva ettiği manalara: “Maşallah, barekallah” demiştir.

Hayatı veren Zât-ı Hayy-ı Kayyum’un yoktan var ettiği, itinayla, ihtimamla, sanatla donattığı, kendisine muhatap ettiği, kendi güzelliğinin cilvelerini gördüğü ve gösterdiği bir mahlûk, o şerefe, değere, muhabbete hayat ile nail olduktan sonra, “O cihet, uzun zaman, belki zaman istemez; bir an yaşaması yeter.” sözü çok manalar taşıyor.

Sonbaharın soğuk esen rüzgârlarının önünde uçuşup kaybolup giden böceklerin, çiçeklerin, ağaçların yaprakları, güzellikleri, renkleri, sanatları hiçliğe, yokluğa, fenaya, zevale gitmediğini imanla fark ederiz. Her biri kendine ait ubudiyetleri, manaları, isimleri, benzerleri, suretleri, neticeleri, meyveleri gibi çok vücutları bırakır perde altına girerler. 

Nehirde akan su kabarcıklarının güneşi yansıttığı gibi, her kabarcık güneşin yedi renginin parıltılarını, güzelliklerinin ihtişamını bir müddet gösterir, geçer. Arkasından gelecek kabarcıkların güneşin cilvelerini ayna misal yansıtmalarına, tanıtmalarına, göstermelerine fırsat verirler…  

Geçen zaman içerisinde gidenler arkasında dünyevî ve uhrevî semerelerini, çekirdeklerini, tohumlarını, eserlerini, hüviyet ve suretlerini hafızalarda ve elvah-ı mahfuzada, sermedi manzaraların film şeritlerinde ve ilm-i Ezelî’nin meşherlerinde muhafaza edilir, sergilenirler…..

Dördüncü Şua’da izah edildiği gibi hiçbir şey zayi olup nisyanlar, fenalar, zevaller, yokluklarla kaybolup gitmiyor. Zahiri, itibarî, geçici, zail gurbetleri, ayrılıkları merak edip; varlıkların, güzelliklerin, zenginliklerin, kayıpların arkasından bakıp yetimâne hüzünlerle, acılarla ağlamak, hüzünlenmek yerine Hayy-ı Kayyum’un sonsuz rahmetine ve güzelliklerine aczimizle, fakr ve ihtiyacımızla tevekkül edip yönelmeliyiz. 

Okunma Sayısı: 2060
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı