"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Yıllar önce yıllar sonra

Muzaffer KARAHİSAR
22 Kasım 2016, Salı
Soğuk yılların soğuk ayları, keskin ayazları menhus zincirin halkaları gibi devam ediyordu.

Masumların boynuna takılmış, haksızlığın tecessüm etmiş demirden prangaları…  Zaman, mekân, insan, eşya, tarihler değişse de olaylar, soğuklar, dayatmalar inatla hükmünü sürdürüyordu…

28 Ocak 1948’de soğuk bir kış gününde Bediüzzaman, Jandarmalar tarafından Emirdağ’dan alınarak Afyonkarahisar hapsine getirilerek soğuk bir koğuşa tek başına bırakılıyor. Giyimiyle, duruşuyla, vakarıyla, yaşantısıyla farklı, yaşlı bir âlim’e yapılan haksızlık, baskı, zulüm, zehirleme ve kötü muameleler taş duvarların arasında yaşanmış acıklı, hüzünlü bir o kadar da düşündürücü ibret hatıratı olarak tarihe geçecekti. 

O hapiste Üstat’la aynı havayı teneffüs eden bahtiyarlardan talebesi İbrahim Ethem, nam-ı diğer Talas Hoca da vardır. Fedakâr, kahraman, cesur, mübarek bir İslam mücahidi. Mahkemede kendini savunup tahliyesini istemek yerine; iman davasının hakkaniyetini, hizmetin kutsiyetini haykırmış, Bediüzzaman’a talebe olmanın şerefini anlatmıştı. Müdafaası, mahkeme kayıtlarına böyle geçmişti.  

Tahliye olduktan sonra da dini-i mübin-i İslam’a hayatını vakfetmiş. Hocalık yapmış, çocuk okutmuş, okumuş, yazmış, nur postacılığı yapmış. Küfrün zulumatına, bidatlere ve deccalizme karşı fikirle mücadele etmiş. Yıllar rüzgâr gibi geçmişti. Yaşlı, hasta ve amelmende duruma gelince yetiştirdiği talebelerden biri O’na sahip çıkar, şefkatle muamele eder. Sofrasına davet eder, ikramlarda bulunur. Her eve geldiğinde talebesinin salıncakta yatan ikiz çocuklarının yanaklarını okşar, okur, dualar eder, ayrılırdı.

O ikizler büyürler. Duaların bereketiyle birisi hafız, öteki avukat olur İstanbul’a yerleşir. Avukat’a Babası “Sakın ha zalimin, zulmün ve haksızlığın yanında olma!…” Demişti. 

28 Şubat 1997 yine soğuk bir kış günü. Postmodern darbeyle demokrasiye balans ayarı… Seçilmişler alaşağı, hukuk askıda,  askeri vesayet hat safhada. “Bin yıl sürecek bir 28 Şubat!” Ve irtica yaygarası, sudan bahanelerle ordudan atılan inanç mensuplarının yürekleri dağlayan hayat hikâyeleri…

Şubat’ta kışın en soğuk, en çetin günlerinde işinden olmuş ve gece uyumamıştı. Çocukları, eşi, ve yaşlı anne babasının vicdani sorumluluk yükü iyiden iyiye omzuna binmişti. Bir anlam veremediği ve kabullenemediği haksızlığa karşı çareler aramalıydı.

Bakırköy adliyesine yakın bir yerde avukatların bulunduğu işmerkezine yöneldi. Rastgele bir avukatın bürosuna girdi. Buyursunlar la, iltifatlarla ağırlandı. Ancak ordudan ihraç edildiğini söyleyince işler, suratlar, tavırlar değişti. “Sizin davanızla birlikte devleti ve askeriyeyi karşıma alamam, sıkıntılı bir süreçteyiz biliyorsun!” Denildi. Başka bir avukat, astronomik bir fiyat talep ederek uzak durdu.

Son şansını kullanmak üzere başka bir avukatın yanına girdi. Halim, selim mütevazı bir insan, güler yüzle karşıladı, çay ikram etti. Boşa zaman kaybetmemek için askeriyeden atıldığını en başta söyledi. Merakla avukatın tavrını ve vereceği cevabı bekledi!

Avukat, gayet sakin ve tevekküllü bir tavırla daktiloya yöneldi. “Biz davamızı açarız, sebeplere teşebbüs ederiz, neticeyi Allah’tan bekleriz.” Çekinmez misiniz? “Korkunun ecele faydası yok.” Peki ücret? “Önce bir dilekçeyi yazalım. Sonra konuşuruz. Evet, anlat bakalım!”

Haksızlığa uğradım.  Suçum, inancım… Şikâyet varmış. Hiç disiplin suçum, cezam, ihmalim, hatam olmadı. Savunmam alınmadı. Takdirnamelerim var. Üç çocuğum, eşimle öylesine kalakaldık. İş vermiyorlar. Gaziantep’te yaşlı babam, annemin geçimi bana ait. Çaresizim. Avukatın yüreği sızlamış, içi burkulmuş, daktilo şaryosunu çevirirken gözünden süzülen bir damla, dilekçenin kenarına damlamıştı.

Yazı bitince içini bir ümit kapladı. Haksızlığa karşı bir hukuk insanı, sıcak kalpli bir dost bulmanın sevincini tattı. Sattığı ziynetlerin parasını uzattı. Avukat, “Onu cebine koy. Evinin ihtiyaçlarında kullan, Gaziantep’e yaşlı babana gönder.” Dedi. 

Empatinin tesirinde kalan avukat dalıp gitmişti, yıllar sonrasına… Gaziantep, ayrılık ve soğuk betonların insan ruhuna dokunduğu kader mahkûmiyetinin iç âleminde garip cilvesi, bast-ı zaman gibi tecellisi… Soğuk parmaklıkları yokladı eliyle… Sakat ayağını boşa çıkarıp sağlam ayağıyla yüklendi, salladı ancak daktilonun şaryosu gibi kıpırdamıyordu. Kalbini yokladı. Rüya mı? Hülya mı? Hayal mı? Sorular kendini sıkıştırırken beton duvarların dünyaya açılan penceresine takıldı gözleri. Gökyüzünde gün batımı yönünde ufukların kızıllıklarına doğru süzülen turnaları seyre daldı.

Yüksek dağların üzerinden memlekete doğru özgürce kanat çırpan kuşlar ve yamaçlardan batan güneş, akşam hüzünlerini, yalnızlığın acılarını bırakmıştı taş duvarlara… Yüreğinde düğümlenen fırtınalar, kaderin tecellisi ve sonsuz derinlikler özündeki cevherde tecessüm etmişti. İman, tevhit, tevekkül ve teslimiyet, rüya rehavetinde huzur, sevinç ve ebediyet müjdeleri fısıldıyordu…

Okunma Sayısı: 1553
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı