Bilhassa Tarih, hele de İnkılâp Tarihi, siyaset odaklı yalan-yanlış ve çarpıtılmış bilgilerle doludur. Birçok mühim konu da örtbas edilmiştir! Bütün bunlar tek adam görüşü ve resmî ideolojiye göre tanzim edilmiştir!
Tarih: Geçmiş zamanlarda siyasî, sosyal, kültürel, ekonomik ve medeniyet sahalarında gelişen hadiseleri yer ve zaman belirterek anlatan ilimdir. Geçmişin hadiselerini olduğu gibi tarafsız ve objektif açıdan ele alıp incelemesi, Tarih ilminin hususiyetidir. Gerçek tarih kültürüne sahip toplumlar, geçmişten aldığı ilhamla, gelecek hakkında isabetli görüşe sahip olurlar. Aksi taktirde, gelişen iç ve dış hadiseler karşısında –günümüz Türkiye’sinde olduğu gibi- bocalayıp dururlar!
İnkılâp Tarihi Dersi: Tamamen siyasî ağırlıklı, resmî İdeolojinin bir dayatmasıdır. Bazı hadiseler çarpıtılıyor, bazı mühim hadiseler de örtbas ediliyor!
Meselâ, Birinci Dünya Harbi’nin sonunda düşmanlar tarafından işgal edilen Yurdumuzun bu işgallerden kurtulması için başlayan “İstiklâl Savaşı” (1919– 1922), son Osmanlı Padişahı rahmetli ‘Sultan Vahdeddin” tarafından plânlanmıştır. Adı geçen sultan, ülke ileri gelenleriyle günlerce sarayında istişare toplantıları yaparak, Ülkenin kurtuluşu için bir çok çare arayışı içinde olmuştur. Bu toplantıların birinde “Ben milletimin ateşi, külü üzerinde oturdum. Hiçbir zaman saltanat minderlerine gömülmedim. Gece gündüz gözüme uyku girmiyor. Yerime geçecek bir halefim olsa, vallahi billahi gözümü kırpmadan Tahtımı ona teslim ederim. Zira, saltanat koltuğu ile kabir arasında ne kadar mesafe olduğunu bilirim! Yeter ki, ülkemiz içine düştüğü bu belâdan kurtulsun!” şeklinde hissiyatını samimî bir şekilde ifade etmiştir.¹
Şefkatli ve vatanperver Sultan Vahdeddin, sarayında günlerce yapılan görüşmelerin sonunda, kendi bütçesinden 30 veya 40 bin altın lira vererek, 3. Ordu Müfettişi göreviyle M. Kemali bir gurup kurmayla, İstanbul’un Karaköy limanından 16 Mayıs 1919 günü, dayalı döşeli bir gemiyle (Kırık gemi masalı tamamen uydurmadır!) kendisi bizzat Anadolu’ya uğurlamıştır. Ayrıca, İslâm Halifesi sıfatıyla da el altından bir tamim neşrederek, Allah (cc), Din, Namus ve Vatan için Müslümanları Cihada dâvet etmiştir! Bu gerçeklerden hiç bahsedilmez!
Yine, TBMM’nin açılışı (1920) sırasında Delibaş adında birinin Konya’da, Anzavur Ahmet adında birinin Adapazarı’nda çıkardıkları isyanlar teferruatıyla anlatılır. Fakaat; Birinci Dünya Harbinde, binlerce talebesiyle Kafkas Cephesi’nde gönüllü alay komutanı olarak, büyük kahramanlıklar gösteren, ayrıca, bu güne kadar Vatana, Millete ve bütün insanlığa destanvari hizmetler sunan, Zamanımızın en büyük âlimi Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri (ra), –birilerinin hatırı için- unutturulmak istenilmektedir! Üstelik yazdığı 6000 sayfalık ve -hemen hemen bütün dünya dillerine çevrilen- eşsiz Kur’ân Tefsiri “Risale-i Nur” ile bütün insanlığa hâlâ büyük bir hizmet vermektedir. Bu muhterem insana senelerce akıl almaz bir şekilde büyük zulüm ve işkenceler yapılmıştır! Seksen üç senelik hayatının sonuna kadar sürgünde, hücre hapsinde çeşitli sıkıntılara uğratılmış, 27 defa yüksek dozajlı zehir verilerek öldürülmek istenmiştir!
Sadece Ülkemizin değil, bütün insanlığın medarı iftiharı olan bu muhterem insanın, destanlarla dolu hayatından, Tarih kitaplarında tek kelime bile yoktur! Bu ise büyük bir kültür noksanlığı, açıkçası, büyük bir cehalettir! Ders bu mudur? Eğitim bu mudur? Bu düşünce hangi gayeye hizmet etmektedir?
4) EĞİTİMİ MİLİTARİZM’İN KISKACINDAN KURTARMAK:
Ne yazık ki, halihazırda bizde tatbik edilen “Eğitim Sistemi” hâlâ hür düşünce ve vicdanları hapseden “Militarist” bir cendere içindedir. İlköğretimden – üniversiteye kadar bütün eğitim müesseselerinde (özel müesseseler de dahil) militarist görüntüler ve uygulamalar hakim! Meselâ, okulların bütün kısımlarında (idare odalarında, sınıflarda, atölye ve laboratuvarda) Atatürk portresiyle Gençliğe Hitabe parçasının bulundurulması. Ayrıca, bütün ders kitaplarının başında (Hz. Peygamberin (asm) tarihçe-i hayatı konu edilen (Siyer-i Nebi Ders Kitabı da dahil) Atatürk portresi ve Gençliğe Hitabe parçasının bulunması. Yine, İlköğretimden üniversiteye kadar bütün eğitim kademelerinde “İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük” diye bir dersin mecburî olarak okutulması gerçek eğitim ruhuyla bağdaşmaz!
Bu sistem, sabıkalıdır! Çünkü;
Siyasî alanda; halkın seçtiği hükümete itaat etmeyen kahraman (!) darbecileri, Ergenekoncuları, Balyozcuları, iç ve dış düşmanlarla iş birlikçileri yetiştirmiştir! Ekonomi alanında; hayali ihracatçıları, Devlet hazinesi ve banka soyguncusu, faizci, sahtekâr ve üç kâğıtçıları yetiştirmiştir!
Sosyal alanda; bölücülüğü aşılayarak birbirine düşman gruplar (PKK; Hizbullah, Mafyacı ve sair gibi grupları) yetiştirmiştir!
Dinden, ahlâk ve mâneviyattan uzak bu militarist eğitim sisteminden ne bekleyebiliriz?
Dipnot: 1- Ali Fuat Türkgeldi, “Görüp işittiklerim, Ankara – 1949.