"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Cumhuriyet veya demokrasi

Naci TEPİR
03 Mayıs 2018, Perşembe
Zaman zaman çeşitli çevrelerde yapılan tevillerde bir çok hakikatin çarpıtıldığı veya ters yüz edildiğine şahit oluyoruz!

Bunda da şüphesiz dıştaki ve içteki insanlık fukarası despot zihniyetin ve menfaat şebekelerinin yanlış telkin ve propagandalarının büyük tesiri var. Bunlardan bilhassa “Cumhuriyet” veya “Demokrasi”nin ne mânâya geldiğini nazara vermek istiyorum. 

Esas olarak “Cumhuriyet” veya “Demokrasi”; bütün vatandaşların devlet idaresinde söz sahibi olduğu bir idare şeklidir. Diğer bir ifadeyle, insana değer veren, onun hak ve hukukuna saygı gösteren, hiçbir sınıf farklılığı tanımayan bir idare sistemidir. Bu idare şeklinin yalnız Avrupa’da geliştirildiği fikri ise yanlıştır! Eski Yunan filozoflarından Aristo ve Eflatun demokrasiyi tenkit etmiş, “ayak takımının yönetimi” gibi tabirle aşağılamışlardır. Demokrasi’ye örnek gösterilen Atina’da M. Ö. 4. asırda nüfusun 250-300 bin arasında olduğu tahmin ediliyor. Bu nüfusun da sadece 30 bini oy verme hakkına sahipti.

Roma İmparatorluğu’nda demokratik haklar umumiyetle sosyal sınıf farklılığına göre şekillenirdi ve kuvvet asillerin elindeydi. 

Orta Çağ Avrupa’sında demokrasinin gelişmesine en büyük örnek İngiltere’de kralın selâhiyetlerini din adamları ve halk adına sınırlayan Magna Carta Libertatum (Büyük sözleşme) gösterilir. Buna göre ilk seçimler 1265 yılında yapılmış, fakat bu seçimlere, kısıtlamalar sebebiyle, halkın çok az bir bölümü katılabilmişti.

İtalyan şehir devletlerinde, İskandinav ülkelerinde, İrlanda’da ve değişik ülkelerde bulunan küçük otonom bölgelerde demokrasinin prensipleriyle seçim yapılması, meclis oluşturulması gibi tatbikatlar oluyordu. Fakat hepsinde demokrasiye katılım belli miktarda vergi verme gibi şartlarla kısıtlanıyordu.

Batı’da Demokrasi alanındaki gelişmeler 18. ve 19. yüzyıllarda Amerikan Bağımsızlık Beyannamesi ve Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Beyannamesi ile görülmüştür. Amerikan Anayasası 1788 yapılmış, fakat, ancak 1860’larda yapılan değişikliklerle kölelere hürriyet tanındı. Demokrasi’nin temel ilkelerinden biri olan oy verme hakkı ise, ancak On Beşinci Anayasa Değişikliği ile tanındı. Bununla birlikte Güney eyaletlerindeki siyahlar 1960’lara kadar oy verme hakkına sahip değillerdi. 

İlk ve en esaslı Cumhuriyet ise İslâm’da ve Dört Halife Devrinde (632 – 661) görülmüştür.        

BEDİÜZZAMAN’A GÖRE CUMHURİYET

Cumhuriyeti “Meşrûtiyet-i Meşrûa” şekli olarak ifade eden asrın söz sahibi Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri (ra), 1935’de Eskişehir Mahkemesi’ndeki müdafaasında şöyle der: “Hulefa-i Raşidîn (Dört Halife) hem halife, hem reis-i cumhur idiler. Sıddîk-ı Ekber (ra) (Hz. Ebubekir) Aşere-i Mübeşşere’ye (Sağlığında Cennet’le müjdelenen 10 Sahabe), Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-ı adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mânâyı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.1 

Tarihçe-i Hayat eserinin ilk kısmında anlatıldığına göre (1908’in ikinci yarısıyla, 1909’un başlarında); “Meşrûtiyeti, “meşrûtiyet-i meşrûa” olarak kabul etmek lâzım geldiğini ileri sürerek, bu hususta dînî gazetelerde makaleler neşrediyor ve hitabelerde bulunuyordu. Bu makale ve hitabeleri, emsalsiz denecek kadar beliğ (açıkça) ve muknî (ikna edici) idi. Ehl-i ilim ve ehl-i siyaset, Said Nursî’nin bu yazılarından ve derslerinden çok istifade etmişlerdir. O “Eğer meşrûtiyeti hürriyet-i şer’iye ile kabul etmezsek ve öyle tatbik edilmezse, elimizden kaçacak, müstebit bir idareye yerini terk edecek” diye ihtar ediyordu. 

Bir başka ifadesinde…”Meşrûtiyet ve kanun-u esasî işittiğiniz mesele ise; hakîki adalet ve meşveret-i şer’iyeden ibarettir. Hüsn-ü telâkkî ediniz (iyi olduğunu anlayınız); muhafazasına çalışınız. Zîra, dünyevî saadetimiz Meşrûtiyette’dir. Ve istibdattan herkesten ziyade biz zarardîdeyiz (zarar görüyoruz). “ diyordu.

Yine aynı kaynakta şöyle diyor: “Fikrimce, meşrûtiyetin düşmanı, meşrûtiyeti gaddar, çirkin ve hilâf-ı Şeriat göstermekle meşveretin de düşmanlarını çok edenlerdir. “Tebeddül-ü esma (isimlerin değişmesi) ile hakaik tebeddül etmez (hakikatler değişmez).2

“Hem de, mânâ-i meşrûtiyete iptilâ (aşırı ilgi) ve muhabbetimin sebebi şudur ki: Asya’nın ve Âlem-i İslâm’ın istikbalde terakkîsinin birinci kapısı meşrûtiyet-i meşrûa ve Şeriat dairesindeki hürriyettir.3

Dipnotlar:

1- Beyanat ve Tenvirler, s. 275. 

2- Tarihçe-i Hayat, s. 46, 56, 63.

3- a.g.e., s. 68.

Okunma Sayısı: 2512
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı