"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Eğitimde tevhid-i tedrisat

Naci TEPİR
30 Ekim 2014, Perşembe
Tevhid-i Tedrisat (Eğitim ve Öğretimin Birleştirilmesi) konusuna zaman zaman temas etme ihtiyacı duyduğumun sebebi, doksan seneden beri tatbik edilen, Ülkemizin ve Milletimizin şekillenmesinde yegâne rol oynaması dolayısıyladır.

Peki, bu sistemin şekli, tatbiki faydalı olmuş mudur? Olmuşsa müşahhas faydaları nelerdir? Bir karşılaştırma yaptığımızda acaba faydaları mı, zararları mı daha çok? Çözümü gittikçe daha da zorlaşan bu sistem en çok kimin veya kimlerin işine yaramıştır? Bu soruları çoğaltabiliriz.  
3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı kanunla kabul edilen bu sistemle köklü değişiklikler getirilmiştir. Bu değişiklikler hakkında şu gerekçeler ileri sürülmekteydi:   
“Mektep ve Medreseler birleştirilerek, ikiliğe son vermek. Dolayısıyla büyük bir kültür hamlesi(!) yapılarak, ‘Millî Kültürün’ gerçekleştirilmesine çalışmak.”
Gerçekten öyle mi oldu? Bin seneden bu yana gelişmiş ve dünya çapında örnek bir seviyeye gelmiş olan millî kültürümüzle ilgili bir hamle mi oldu? Tam aksine, yapılan bütün değişiklikler toplumumuzun maddî ve manevî değer yargılarına, inanç, örf ve adetlerine tamamen ters idi. Nitekim 2 Mart 1926’da kabul edilen, “Maarif Teşkilâtı Hakkındaki Kanun”a göre çağdışı olarak vasıflandırılan bütün İslâmî ilimler (Kur’ân, Tefsir, Fıkıh, yani ibadete ait bilgiler, Hadis, Hz. Peygamberimizin Hayatına ait bilgiler olan Siyer ve sairleri) okul müfredat programlarından kaldırılmıştır. Halbuki “Tevhid-i Tedrisat Kanununun 4. Maddesinde “Maarif Vekâleti Yüksek Dîniyat (din işleriyle ilgili) mütehassısları (uzmanları) yetiştirilmek üzere Darülfünunda (üniversitede) bir İlahiyat Fakültesi tesis ve imamet ve hitabet gibi hidemat-ı dîniye’nin ifası (imamlık ve hatiplik gibi din hizmetlerini yerine getirmek) vazifesi ile mükellef memurların yetişmesi için de ayrı mektepler küşat edecektir (açacaktır).” deniliyor. Ama bu kâğıt üzerinde kalarak yapılan icraatla hep tezat teşkil etmiştir. Asıl maksat. İleride yapılacak din karşıtı köklü değişikliklere zemin hazırlamak olmuştur!
Dinden, ahlâktan soyutlanmış, materyalist (maddeci) zihniyetle, militarist metotlarla uygulanagelen bu sistem, ülkenin karşılaştığı bütün olumsuzlukların (ahlâksızlık, despotluk, darbe, yolsuzluk, uyuşturucu, terör ve sair) kaynağıdır! Dine, ahlâka, ulvî örf ve âdetlerimize karşı adeta savaş açılmıştır! Bugün ahlâksızlığın, uyuşturuculuğun ilkokul seviyesine kadar inmesinin yegane sebebi, karma ve militarist yöntemlerle yürütülen bu çarpık eğitim sistemidir! Bu sistemle yeni nesiller, bin seneden beri İslâm’ın bayraktarlığını yapan, bütün dünyaya iman, ahlâk, adalet, insanlık ve medeniyette rehberlik eden şanlı ecdadımızdan koparılmaya, hatta düşman edilmeye çalışılmıştır! 
Hülâsa; kâğıt üzerinde kayıtlı prensiplerle, yapılan icraatlar hep çelişkilerle olagelmiştir! Asıl gaye ise hep gizlenmiştir! Bu güne kadar yapılan icraatlar gösteriyor ki, toplum hep aldatılmıştır! Yani devletin tatbik ettiği siyaset ise, aldatmakla toplumu oyalamak şeklinde olmuştur! 

BU SİSTEM KİMLERE YARAMIŞTIR?

Doksan seneden beri tatbik edilegelen ve ülkemizin içte ve dışta bir çok kaosla karşı karşıya gelmesine sebep olan bu çürük sistemin kimlere yaradığını görmek için yakın tarihimizdeki gelişmeleri iyice tahlil etmemiz gerekiyor. İşte bu konuda oldukça dikkat çekici bir misal olarak, büyük âlim ve mütefekkir Hz. Bediüzzaman Said Nursî’nin (ra) mühim bir tesbiti şöyle: 
“...Câ-yı dikkat ve ehemmiyetli bir tevafuktur ki, Risaletü’n-Nur Müellifi 1316 (M. 1900 yılı) sıralarında mühim bir inkılâb-ı fikrî geçirdi. Şöyle ki; o tarihe kadar ulûm-u mütenevviayı, (çeşitli ilimleri) yalnız ilimle tenevvür (aydınlanmak) için merak ederdi, okurdu, okuturdu. Fakat birden o tarihte merhum Vali Tahir Paşa (Van valisi) vasıtasıyla Avrupa’nın Kur’ân’a karşı müthiş bir suikastları (kötü niyetleri) var olduğunu bildi. Hattâ bir gazetede İngiliz’in bir Müstemlekât Nâzırı (Sömürgeler Bakanı) demiş: “Bu Kur’ân, İslâm (Müslümanlar) elinde varken biz onlara hakikî hâkim olamayız. Bunun sukutuna (kaldırılmasına) çalışmalıyız” dediğini işitti, gayrete geldi. (Şuâlar, s. 609.)
Başka bir eserinde ise şöyle der:
“...İngiliz Meclis-i Mebusanında, Müstemlekat Nazırı elinde Kur’ân-ı Kerîm’i göstererek söylediği bir nutukta, “Bu Kur’ân İslâmların elinde bulundukça, biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’ân’ı onların elinden kaldırmalıyız; yahut Müslümanları Kur’ân’dan soğutmalıyız” diye hitabede bulunmuş. İşte bu müthiş haber, onda tarifin fevkınde bir tesir uyandırmıştı. İstidadı şimşek gibi alevli, duyguları ve bütün letaifi uyanık ve ilim, irfan, ihlâs cesaret ve şecaat gibi harika inayet ve seciyelere mazhar olan Bediüzzaman’ın, bu havadis üzerine, “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim!” diye, kuvvetli bir niyet, ruhunda uyanır ve bu saikle çalışır. (Tarihçe-i Hayat, s. 44.)
Yakın Tarihimizde bunun gibi bir çok misaller mevcuttur. Bütün bunlar, bizdeki eğitim ve öğretimin yozlaştırılmasının kimlerin işine yaradığının açık bir delilidir.
Bu duruma daha ne kadar göz yumulacak?

Okunma Sayısı: 2663
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı