Dünya meşgalesi, efsunlu ekranlar bizleri, eksiltiyor, yoruyor. O haleti ruhiyeyle eve yorgun savaşçılar gibi dönebiliyoruz. Cennetten bir köşe olması gereken hanelere, bu haletle dönmek insanın içini acıtıyor.
Menfi hadiseler, insanın ruh, kalp ve his dünyasında yara açar. Bunlardan menfi yönde etkilenmemek de mümkün değil. İncinme, öfkelenme riskleriyle karşı karşıyayız. Sokaktaki ani bir kavga. Terbiye kurallarını zorlayan bir konuşma! Ahlâk anlayışımızla bağdaşmayan kaba davranışlar. Gülümsemeyi unutan yüzler! Hakkın, hukukun çiğnendiği vak’alarla her an birlikteyiz. Apartmanlarda tanımadığımız yüzler! Ve daha nice olay ve insanlar!
Bütün bu dış tesirlere karşı içe dönük açılacak ilk kapı kendi gönül ve ev kapımız! Dış kapıyı kapatma iradesi. Sokağın baskısından ekranların efsunundan korunma çaresi. İç kapıda, dünyanın hiçbir noktasında olmadığımız kadar güvende, huzurdayız. Burada görmeyi istemediğimiz hiçbir şey ve kimse yok! Kendimiz, eşimiz ve çocuklarımızla vakit ve mekân bizimle!
Muhabbet, sevgi, saygı ve paylaşımın bütün ağırlığıyla devrede olduğu kişiler ve mekân! Yuvamız!
Her gün yüz yüze geldiğimiz, bütün dert ve mutlulukları paylaştığımız, Yaratanın, irade, ilim, hikmet ve kaderiyle yolu kesişen cananlarla aynı ortamda müstesna bir birliktelik! Dünyalara değer hayat arkadaşımız ve Hz. Peygamberin (asm) tarifiyle; “Cennet meyvesi, kalplerin parçası olan yavrularımız!”
Dertlerimize ortak olma çabaları, acılarımızı giderme gayretleri. Hane halkımız! Masum gülüşleriyle, yardımseverlikleriyle, tatlı dilleriyle, saygı ve hürmetleriyle hayatın ve dünyanın en temiz, safi, halis hayat kaynağını taşıyan değerler!
Öte yandan, her Allah’ın günü kullandığımız eşyalarımız? Oturduğumuz koltuk, sandalye, kullandığımız; masa, kitaplık, elbise, duvarlar. Sessiz ve manalı yüzümüze konuşan, hep aynı bizi gösteren aynalar! Haklarını verebilmek ne güzeldir!
Evler, bir ‘dört duvar’ değildir, olmamalıdır. Menfilikten uzak saadet kaynağı mekândırlar! Bu mekânları taçlandıracak şey: manevî alanını hiç ihmal etmemektir. Birlikte birkaç dakikacıkla da olsa Îlâhî hakikatleri dillendirip, tezekkür ve tefekkür etmek.
Buna en güzel bir tespit ve tarif: “Her bir adam eğer hanesinde dört beş çoluk çocuğu bulunsa kendi hanesini bir küçük medrese-i Nuriye’ye çevirsin. Bu heyet bulundukları haneyi küçük bir medrese-i Nuriye ittihaz etsin. Beş on dakika dahi olsa Risale-i Nur’u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir miktar meşgul olsalar, hakikî talebe-i ulûmun sevaplarına ve şereflerine mazhar oldukları gibi, İhlâs Risalesinde yazılan beş nevi ibadete de mazhar olurlar.” (Emirdağ Lah., MEK. 297)
Bu hakikate işaret eden başka harika bir örnek: “Nev-i beşerin hayat-ı dünyeviyyesinde en cem’iyyetli merkez ve en esâslı zenberek ve dünyevî saadet için bir Cennet, bir melce, bir tahassüngâh (sığınak) ise; aile hayatıdır ve herkesin hânesi, küçük bir dünyasıdır. Ve o hâne ve aile hayatının hayatı ve saadeti ise: samimî ve ciddî ve vefâdârâne hürmet ve hakikî ve şefkatli ve fedâkârâne merhamet ile olabilir. Ve bu hakikî hürmet ve samimî merhamet ise; ebedî bir arkadaşlık ve daimî bir refakat (beraberlik) ve sermedî (devamlı) bir beraberlik ve hadsiz bir zamanda ve hududsuz bir hayatta birbiriyle pederâne, ferzendâne, (yakışan) kardeşâne, arkadaşâne münasebetlerin bulunmak fikriyle, akidesiyle olabilir.” (Şualar, Sh: 288)
Evlerimizi, birlikte okuma saatleriyle süslendirmek. Manevî atmosferi devam ettirmek, sıkıntıları mutluluk paylaşımıyla aşmak saadettir. Ömür boyu “Hanelerimizde” mutlu bir hayat geçirmek dilek ve temennisiyle.