"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Marifetullah algımız

Nimet DEMİR
05 Şubat 2014, Çarşamba
Marifetulllah kelimesinin karşılığı; kısaca Allah’ı tanımaktır. Bileşik sözcüğün ilk kelimesi olan marifet; deney ve pratikle elde edilen bilgidir.

 Bir başka tabirle, marifet; tecrübe edilerek kazanılan ilimdir. Anlaşılacağı üzre, bir bilginin tecrübe sınıfına girebilmesi için bilgisi elde edilen ile aktif bir ilişki kurulmalıdır. Bu durumda marifetullah için, insanın Allah ile kurduğu ilişkisinden kaynaklı bir bilgi türüdür diyebiliriz. İnsan başlangıçta varlığı itibariyle müşahhas bir varlıktır. Mücerret olan ruhu zaman içinde gelişmektedir. Soru şu, müşahhas bir varlık olan insan, mücerret bir varlık olan Allah’la nasıl bire bir ilişki kuracak ve O’nu tanıyacaktır. Bunun cevabı; tenezüllat-ı İlâhiye ve terakkiyat-ı insaniyede gizlidir. Tenezzülat-ı İlâhiye ilişkinin olgular dünyası ile sosyal hayatta vukuuna, terakkiyat-ı insaniye ise ilişkinin vücub âlemine uzanarak tahakkukuna imkân vermektedir.

TENEZZÜLAT-I İLÂHİYE
Olgular dünyasında, bilhassa sosyal hayatta Allah – insan ilişkisi, tenezzülat-ı İlâhiye’nin bir sonucudur. Müşahhas insan, diğer müşahhas olan insan ve varlıklarla ilişki kurarak mücerret ruhunu tekâmül ettirir. Peki bu ilişkide Allah’la alâka nasıl kurulmaktadır? Bunu Hz. İsa’nın (as) bir meseli çok sarih bir şekilde ortaya koymaktadır. Meselde, bütün ibadet ve arayışlarına rağmen Rabbini göremeyen yaşlı biri, bu hususu Hz. İsa’ya anlatarak yakınır.  Hz. İsa ise şöyle bir örnekle yaşlı kişiye cevap verir: “Bir zamanlar önemli bir şehrin doğu kapısında mermerden bir taht vardı. Bu tahtta, sağ gözü kör bir kral, sol gözü kör bir kral ile iki gözü gören bir kral oturuyordu. Görmek için Tanrı’yı çağırdılar, ama hepsi de dileklerine kavuşmadan mezarı boyladılar. Krallar ölünce, yoksul biri gelip tahta oturdu. “Tanrım”, diye fısıldadı, “insanların gözleri doğrudan doğruya güneşe bakmaya dayanamıyor, bu durumda nasıl oluyor da her şeye gücü yeten sana doğrudan doğruya  bakabilsinler? Acı, Rabbim; gücünü ılımlat, ihtişamını azalt da, zavallı, acı çeken ben, seni görebileyim!” derken -iyi dinle bak ihtiyar!- Tanrı bir ekmek parçası, içi soğuk su dolu bir tas, sıcak tutan bir giysi, bir kulübe, kulübenin önünde de bebeğini emziren bir kadın halinde belirivermiş, yoksul kollarını ileri uzatarak mutlu mutlu gülümsemiş. “Seni görebilmem için ekmek, su, giysi ve aile olarak benim için tenezzül buyurdun. Binlerce şükür sana” demiş.”
Sosyal hayatımız aile, iş ve toplum gibi pek çok dairelerden oluşmaktadır. Abdülkerim el-Cili, “İnsan-ı Kâmil” isimli kitabında, “hakikat; zat mertebesinde Hakk, esma ve sıfat mertebesinde halk diye tesmiye edilir” der. Yine Ali Şeriati, Kur’ân’ın son sûresinden hareketle, toplumsal konularda Kur’ân’da geçen Allah kelimesinin yerine “en nas” kelimesinin yerleştirilebileceğini belirtir. Meselâ “Allah yolunda infak, halk yolunda infaktır” der. Yine “Allah’a güzel bir borç vermek, esasen muhtaç olan insana borç vermektir” tesbitinde bulunur. Bizim de katıldığımız söz konusu tesbitten hareketle diyebiliriz ki, bütün bu dairelerde diğer insanlarla ilişkilerimiz, esasen Allah’la kurulan ilişki mesabesindedir. Söz konusu ilişkilerde dürüstlük, adalet, cesaret, merhamet, şefkat ve sevgi gibi değerleri esas aldığımızda mücerret kişiliğimizi oluşturan ruhumuz bu değerlerle olgunlaşacaktır.

TERAKKİYAT-I İNSANİYE
Olgular dünyası ve sosyal hayatta Allah’la irtibat, Onun tenezzülüyle mümkün olmuştu. Vücub âleminde kurulacak irtibat ve edinilecek tecrübe ise insan ruhunun tekemmülüne bağlıdır. İnsan dünya hayatında dürüstlük, adalet, cesaret, merhamet, şefkat ve sevgi gibi amelleriyle ruh-u mücerredini olgunlaştırmalıdır. Esasen bu değerler Allah’ın da ahlâkıdır. İnsan söz konusu değerlerle şahsiyet kazandığında bir bakıma Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmış, dolayısıyla dairesini, daire-i vücuba uzatmaya liyakat kesp etmiş olacaktır. Bu liyakat insana uzandığı yüksek âlemlerde zati tecellileri keşf ve müşahade imkânı bahşedecektir.

TERAKKİYAT, TENEZZÜLATA BAĞLIDIR
Pek çok insan Hz. İsa’ya (as) soru soran ihtiyar adam ve Hz. İsa’nın (as) kıssada anlattığı krallar gibiler. Yani mahlûkatta tecelli eden esma ve sıfatın farkına varmadan, insan ilişkilerinde sevgi, şefkat, merhamet gibi şuunat-ı İlâhiyeyi tecrübe etmeden, zatı sırfı müşahade etmek istiyorlar. Halbuki zata işaret eden esma, sıfat ve şuunat-ı İlâhiye tecrübe edilmeden zat anlaşılmaz. Esma, sıfat ve şuunat-ı İlâhiye ise mahlûkatta ve insan ilişkilerinde saklıdır. Eseri tefekkür etmeyen, insan ilişkilerinde sıdk, adalet, sevgi ve şefkatle muamelede bulunmayan, böylece zata yönelik işaretleri okumayanın yolu zata varmayacaktır. Bu kişiler eksikliklerini fark edip, tenezzülat-ı İlâhiyi okumazlarsa, hayatları boyunca, Hz. İsa’ya (as) soru soran ihtiyar gibi sızlanacaklardır.    

Okunma Sayısı: 1551
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı