"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

MARUF DIŞINDA MEŞRÛİYET ARAMAK

Nimet DEMİR
22 Ocak 2014, Çarşamba
Son günlerde kamuoyunu meşgul eden hükümet ve cemaat arasındaki kavga malûm. Tarafların birbirlerine karşı ileri sürdükleri iddialara baktığımızda, görünen o ki; bu kavganın temelinde her iki tarafın da meşrûiyet için maruf dışında başka kaynakları esas almaları yatmaktadır.

TARAFLARIN İDDİALARI
Cemaatın iddialarına göre; yürütme gücünü elinde bulunduran hükümet, faaliyetlerinde, Parlamentonun çıkardığı kanunları esas alması gerekirken, bu kanunların suç saydığı bir davranışı verdiği fetva ile meşrû sayan dinî bir otoritenin görüşüne göre hareket etmektedir. Yine hükümetin iddiasına göre; yargı gücünü elinde bulunduran bir kısım savcı ve hâkimler, soruşturma ve kovuşturmalarında hukuka, kanuna ve vicdanlarına göre hareket etmeleri gerekirken, hareketlerinde başka bir dinî otoriteyi müşevvik olarak görmektedirler.

PROBLEM DERİNLERDE
Esasen, ülkemizde bizim İslâmî terminolojiden hareketle maruf dediğimiz,  kamuoyunun ise kanun diye nitelendirdiği ortak akıl dışında meşrûiyet arayışları hep olmuştur. Bu yüzden formel sistemin meşruiyet kaynağı hep ikinci plana atılmıştır. Nitekim geçmişte ve halen muhtevası bizce meçhul, varlığı herkesçe malûm olan bir kırmızı kitabın anayasa ve kanunların üzerinde itibar gördüğü bir ülkeyiz. Yine anayasa ve kanunların cevaz vermediği, ancak “hikmet-i hükümetten sual olunmaz” anlayışının sağladığı kendinden menkul meşrûiyet gerekçelerine binaen binlerce fail-i meçhul cinayetlerin işlendiği bir geleneğe sahibiz. Bu anlayış yüzündendir ki yüz yıla yaklaşan bir süredir insanların hayat şekline müdahaleyi bir hak olarak gören kısır zihniyetli idareciler tarafından yönetildik. 
Söz konusu anlayış, maalesef toplumun belli bir kesiminde de bulunmaktadır. Konuya daha açıklık kazandırmak için “şeriatın kestiği parmak acımaz” özdeyişini ele alalım. Bu özdeyiş, suç teşkil eden eylemi gerçekleştirdiğine inanan fail açısından doğrudur. Ancak fail, gerçekleştirdiği eylemin suç olduğuna inanmıyorsa, o zaman verilen ceza failin canını gerçekten acıtacaktır. Yargının mer’i kanunlara göre verdiği hükümlerin toplumda çokça tartışılıyor olmasının sebeplerinden biri de çok sayıda insanın maruf dışında meşrûiyet kaynaklarına inanmasıdır. Bu duruma Balyoz ve Ergenekon dâvâlarında çokça şahit olduk. Fail, kabul ettiği maruf dışındaki meşrûiyet kaynağına göre kendine kahraman payesi verilmesini beklerken,  eyleminden dolayı, mevcut kanunlara göre yargılanmasını ve akabinde ceza almasını büyük bir haksızlık olarak telâkki etmektedir.
Bu ikilem, sahip olduğumuz ideoloji ve inançlarımıza göre kabul ettiğimiz iktidar kaynağı ile mevcut sistemin kabul ettiği iktidar kaynağını bağdaştıramadığımızın açık bir delilidir. Söz konusu ikilem esasen problemin çok derinlerde olduğunu bize haber vermektedir.

PROBLEMİ ELE ALMAK
Problem, hukukun öngördüğü sistemin meşrûiyet anlayışı ile inanç ve ideolojinin kabul ettiği meşruiyet kaynağının uyuşmaması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Sorunu İslâmî cemaatlerle sınırlı olarak ele alalım. Bilindiği gibi, yönetim şeklimiz olan demokraside, iktidarın kaynağı halktır. Yani, halkın özgürlük, insan hakları, açık rejim ve yönetime katılma ilkeleri doğrultusundaki iradesidir. Bu irade parlamentoyu oluşturur. Parlamento ise etik değer ve toplumdaki sosyal olguyu dikkate alarak pozitif hukuku meydana getirir. Pek çok İslâmî cemaat söz konusu iradeyi geleneksel inançlarıyla bağdaştıramamaktadır. Onlar, iktidarın kaynağı olarak aşkın varlığa işaret etmekte, aşkın varlığın iradesini ise halk dışındaki otoritelerde aramaktadırlar. Bu yüzden olmalı ki, halkı kaynak olarak alan parlamentoların yapmış oldukları kanunun, meşrûiyet sınırlarını belirleyemeyeceği kanaatindedirler. Bu grupların geleneksel inançları, onlara meşrûiyetin sınırlarını gösterecek şeyh, hoca gibi farklı otoriteler sunar. Bu insanlar, çoğunlukla tabi oldukları otorite tarafından kendilerine sunulan ilkeye tabi iş yaparlar. Biz bu şekildeki geleneksel İslâm anlayışının sahih İslâmla uyuşmadığı kanaatindeyiz. Bilindiği gibi İslâmî anlayışta; Allah’ın iradesi bir ferdi veya grubu değil, toplumu esas alır. Bu yüzden, “toplum vicdanı yalan söylemez” denmiştir. Yasal düzenlemelerde çağdaş demokrasilerin geldiği nokta; toplumda var olan ve yükselen değerler ile adalet idesinin etkinliğidir. İslâm’a göre de yasal düzenlemeler maruf ve münkerle sınırlıdır. Maruf ve münker ise, herkesin kabul ettiği değerlere ilişkindir. Toplumu oluşturan gruplardan sadece bir kesimine münhasır kalan, toplumun diğer üyeleri tarafından paylaşılmayan olumsuz bir değer yasaklanamaz. Yine aynı şekilde toplumun kahir ekseriyeti tarafından paylaşılmayan, bir gruba münhasır kalan pozitif bir değer de emredilemez.

TOPARLARSAK
Cemaatin etkisindeki yargı mensupları ve bu yargı mensuplarının çatıştığı hükümet esasen geleneksel İslâm’dan beslenmektedirler. Her iki grubun da sistemin unsurları olmalarına rağmen, sistemin meşrûiyet kaynağını kabulde sorun yaşadıkları, başka meşruiyet kaynaklarına itibar ettikleri görülmektedir. Başka meşrûiyet kaynaklarına tabiiyet inanç eksenli bir mecburiyet olarak her iki tarafça görülmektedir. Oysa sahih İslâm anlayışının meşrûiyet kaynağı, mevcut demokratik sistemin meşrûiyet kaynağı ile örtüşmektedir. Bunu anlamak için, demokrasinin iktidarın kaynağı olarak ortaya koyduğu halkın özgürlük, insan hakları, açık rejim ve yönetime katılma ilkeleri doğrultusundaki iradesini İslâm’ın sahih kaynakları ile test etmemiz yeterlidir. Görünen o ki, geleneksel anlayışımızı sahih İslâm’a göre düzeltmediğimiz takdirde bugün için cemaat ile hükümet arasında baş gösteren çatışma, yarın başka gruplar arasında da hep olacaktır.

Okunma Sayısı: 1469
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • cemal özkaya

    22.1.2014 21:14:00

    cemaat kendi sınırlarına çekilip asli vazifesinin başına geçmeli. hükümetde suçlu suçsuz ayırt etmeden yaptığı kıyımlara son vermeli. daha doğrusu cemaat siyasetli cemaat olmaktan vazgeçmeli partide dini siyasete alet etmenin verdiği zararları biran önce tamir etmeli ve demokrat olmanın yollarını bulmalı. yoksa birileri alkış tutacakda o biz olmayacağız.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı