“İstanbul elbet fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel bir kumandan, onun askerleri ne güzel askerdir” Hadîs-i Şerif’ine masadak olmak için sahabeden başlayan bu sevda, nihayet 857’de Sultan 2. Mehmed’e müyesser olmuş ve Fatih Sultan Mehmed ünvanını almıştır.
Mucizât-ı Ahmediye (asm), mazi’de ve zaman-ı hazırda olduğu gibi; ihbarat-ı gaybiyesiyle de muhbiri sadık olduğunu âleme göstermiştir. İşte onlardan biri de İstanbul’un Fethidir.
İstanbul’un Fethi niye bu kadar mühim ve Ayasofya neden ehl-i hamiyetin gaye-i hayali olmuştur?
Ve neden Fatih, Ayasofya’yı (bu günleri bilir gibi) kapatacaklara lânet okuyor?
İstanbul sadece güzel bir şehir değil, Osmanlı’nın İslâmiyetin bayraktarlığını yaptığı bir imparatorluk pâyitahtıdır. Bütün hizmet, âlemi İslâma oradan neşvü nema bulmuş, Afrika’da kuşların iâşesini bile düşünen bir Hilâfet derûhte edilmiştir. Fatih Sultan Mehmed; İstanbul’a kurtların saldırısından kendisini mesul tutmuş, Belgrad ormanlarına koyun kesilmesini emretmiştir ki -biz hata ettik, kurtların hakkını vermedik- diyerek Hz. Ömer’e vekâlet ettiğini âleme göstermiştir.
Geçtiğimiz senelerde Sudanlı bir ailenin iftar sofrasına misafir olan bir tv’de; Sultan Abdülhamid’in resmi ve asılı olan bir Osmanlı bayrağına şahit olduk. Hâlâ halife adına hutbe okutulduğu rivayet ediliyor ki bu hasrete bir hüsn-ü misaldir.
İstanbul’un Fethi herhangi bir vilayetin kazanımı değil, Resul-i Ekrem’in (asm) müjdelediği Roma İmparatorluğu’nun yıkılması ve stratejik olarak Bizans’ın ve Hıristiyan âleminin İslâma devir teslimidir. Keza Ayasofya da herhangi bir cami değil, beş yüz seneye yakın İslâmın bir mâbedi olan Ayasofya; 1934’te bakanlar kurulu kararıyla müzeye çevrilmiştir ki buna Hıristiyanlık âlemi de memnun değildir. Zira bir mabedin ehemmiyetini yine kitabî ve İlâhî bir din’in mensupları anlar.
AYASOFYA’YI MÜZAHREFATTAN TEMİZLEMEK
Müze yapılacak yer mi yok? Anadolu baştan başa açık hava müzesi.
Aynen nasıl ki Fethin sembolü olarak camiye çevrilen Ayasofya, kapanmasıyla da Yahudi bir İngiliz olan Lord Gürzon’un; “Türkiye İslâmî alâkasını ve İslâmı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hulûs birliği etmiş olur” dediği gibi, şeairlerin yıkılması ve İslâmı temsil bağlarını koparma planları hayata geçmiştir.
Merhum Mustafa Sungur Ağabey’den; “Ayasofya Fethin sembolüdür, dünya dinsizleri açtırmak istemiyor, zira Türkiye üstündeki hükümranlıklarını kaybetmek istemiyorlar” sözü rivayetten öte ayn-ı hakikattir.
Bediüzzaman, Ayasofya’nın İslâm dünyası için ne mânâ taşıdığını şöyle ifade eder: “Hem bu kahraman milletin ebedî bir medar-ı şerefi ve Kur’ân ve cihad hizmetinde dünyada pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve kılınçlarının pek büyük ve antika bir yadigârı olan Ayasofya Câmii’ni puthaneye ve Meşihat Dairesini kızların lisesine çeviren bir adamı sevmemek..”
“Ayasofya’yı, beşyüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmek ve halen İslâm’da çok hüsn-ü tesir yapan ve bu vatan ahalisine âlem-i İslâm’ın hüsn-ü teveccühünü kazandıran..
Ayasofya neden ibadete açılmıyor?
Senelerdir bu sevda neden maşukuna hasret çektiriyor? Onca şairin adına şiirler yazdığı bu gaye-i hayal neden bir türlü tahakkuk etmiyor?
Neden Bediüzzaman ısrarla Ayasofya’nın açılmasını Demokratlara ders veriyor?
Malûmdur ki, vefâtından kısa bir zaman evvel Ankara’ya bu iş için gitmiş, ne yazık ki geri gönderilerek Başbakanla görüştürülmemiştir.
“Hem Demokrat’a Ezan-ı Muhammedî gibi çok kuvvet vermek.. ve âlem-i İslâm’ı, hattâ bir kısım Hıristiyan Devletlerini de memnun etmek için, Ayasofya’yı müzahrefattan temizleyip ibâdet mahalli yapmaktır.”
Görünen o ki Ayasofya, mahzun ve kan ağlamaya devam ediyor. Aynen âlem-i İslâm’ın ağlaması gibi. İttihad-ı İslâm’ın tesisine bir alâmet gibi el açmış, vakt-i merhununu bekliyor.