“İzdivacın hikmeti ve gayesi, tenasüldür. Kaza-yı şehvet lezzeti ise, o vazifeyi gördürmek için rahmet tarafından verilen bir ücret-i cüz’iyedir. Madem hikmeten, hakikaten, izdivac nesil içindir, nev’in bekası içindir.”
Cenâb-ı Erhamürrahimin insanı kadın ve erkek olarak birbirini cezbedecek mahiyette yaratmış. Kalbe mukabil bir kalbin ihtiyacını belki en iyi Hz. Âdem, senelerce Hz. Havva’nın yokluğu ile idrak etmiştir.
Leyla ile Mecnûn, Ferhat ile Şirin gibi edebiyatımıza girmiş nice hikâyeler aşk-ı mecazî adına hep bu cezbenin misalleriyle dolu.
Çocuk, bu mecazî aşkın meyvesi derler. Cezbe ise neslin devamı için verilen peşin bir rüşvettir.
Evlilik aile hayatının temelidir. Bir nevi kader programıdır. Saadet-i dünyeviye ve uhreviyenin şekillenmesi buradan başlar. Eğer kalbe mukabil bir kalp bulunmuşsa evlerimizden Cennet kokuları gelir. Bir de üstüne meyve gelmişse, iki yalnız insandan koca bir çınar yeşerir.
DİN HAYATIN HAYATI
Eskiden İslâm kültürü bütün hayatımıza yerleşmişti. Devlet sadece dünya hâkimiyetini muhafaza için çalışmıyor, belki içtimaî hayata dair ne varsa devletin âlî ellerinin himayesinde, aile hayatına da bekçilik ediyordu.
İdarenin en küçük makamı olan muhtarlıklarda, işin erbâbı ilim irfan sahibi şahsiyetler otururdu. Kimin kiminle evleneceği, isimlerden yola çıkılarak yıldıznâme ile cifir ve ebced kullanılır, bir nevi aile danışmanlığı hizmeti görürlerdi. Haliyle bu uyumlu çiftlerin de aile hayatları saadetli geçer, Fatihler, Yavuzlar yetiştirecek ebeveynler bir çatıda buluşurlardı.
Yine çocuğa isim verilirken bu âkil insanlar devreye girer; hangi ayda doğmuşsa o hale münasip isimler verilirdi. Kaya, Asya, Müge, Mine gibi sırf kibarlık koksun diye isim verilmezdi.
Zira isim, bir insanın kaderine te’sir edecek bir duâdır. Oğlum Fatih olsun, abd olsun, mü’min olsun, Fatıma, Meryem olsun diye duâ edilerek o isim verilirdi.
İsimlerin ve yaratılmışların en güzeli olan Muhammed Mustafa (asm), çocuğa isim verilirken ahirette utanılmadan çağırılacak bir isim verilmesini buyurmuştur. Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinden olan Rahim, Kerim, Rezzak, Rahman gibi isimlerin önüne “abd” getirilmesini tavsiye etmiştir. O, İslâmiyet’ten önceki isimleri ya değiştirmiş ya da ikinci bir isim vererek mânâyı tamamlamıştır. Hz. Ebubekir’e Abdullah, Hz. Ömer’e Faruk, Hz. Osman’a Affan dediği gibi.
Aynen Resul-i Ekrem (asm) gibi Bediüzzaman Hazretleri de, münasip olmayan isimleri değiştirmiştir.
Çok hatıralarda var. Zübeyir Ağabeyin Ziver olan ismini değiştirdiği en bilinenidir.
Gazetemizde de çıkan Şükran Çalışkan Ablanın hatıralarında, Üstad bana; “Babamın ve annemin adını sordu. Ben de: “Babamın adı Abdullah, anneminki ise Ayşe.” dedim. Daha sonra kaç kardeş olduğumuzu sordu. Ben de: “Ablam ölünce üç kardeş kaldık” dedim. “Ablanın adı ne?” diye sordu. “Güngör!” dedim. O, “Günger!” dedi. Adımı sordu: “Şükran.” dedim. O, “Şükriye.” dedi. Diğer kardeşlerimin adını sordu: “Kemal.” dedim. O, “Kâmil.” dedi. Diğer kardeşimin de adını sordu: “Gönül.” dedim. Sesini çıkarmadan başını aşağı yukarı sallamasından bu ismi beğendiğini anladım.”
İSMİN, İNSAN KARİYERİNDEKİ ROLÜ
Gazetelerde çıkan şu haber, isim verilmesinin ehemmiyeti bakımından çok manidar:
“İsviçreli bir girişimci, bebeklere isim bulma merakını ticarete döktü. Dil ve iletişim eğitimi alan Marc Hauser (45), kurduğu Textagentur şirketi ile 28 bin İsviçre Frangı’na (84 bin 500 TL) bebeklere isim buluyor. Hauser, ‘İsimlerin kişilerin kariyerini etkilediği bilimsel olarak ispatlandı. Bu yüzden insanların bebeklerine benzersiz isimler bulunması talebini anlayabiliyorum” diyor.”
Hauser’in ekibinin isim bulmak için genellikle 6-8 haftalık bir zamana ihtiyacı oluyor. Textagentur uzmanları, bu süreçte aileyi evinde ziyaret ediyor ve onların beklentilerini, kültürlerini ve geçmişlerini öğreniyor. Şirket bazen 20 kadar bağımsız çalışandan isim teklifleri alıyor.
Görüldüğü gibi ismin insan üzerindeki tesirini Batılılar anlamış vaziyette. Biz hâlâ Batıya verdiğimiz değerleri Batıdan almaya mı devam edeceğiz, yoksa hayatın her alanında her şeyin en iyisini veren İslâm’dan mı?