"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bediüzzaman, hak ve adalet

Ömer Faruk ÖZAYDIN
02 Temmuz 2017, Pazar
Kur’ânın dört esasında; Tevhid, Nübüvvet, Haşir ve Adalet olduğu gibi, Risale-i Nur da bu tertip iledir.

Öyle ki, Risale-i Nur’un dörtte biri ve Bediüzzaman’ın bütün hayatı imandan sonra hak ve adalet üzeredir. 

Bediüzzaman deyince akla Kur’ân ve Sünnet geldiğinden, o, kendi tilka-i nefsinden ve kariha-yı ilminden hareket etmez. Ancak Kur’ân’ın dersiyle ve Resul-ü Ekrem’in (asm) talimiyle yazdığı eserlerde hak-hukuk, adalet diye kaleminden Kur’ân ve Sünnet hükümleri damlar. 

Adaletin karşısı haksızlık ve zulüm olduğundan Bediüzzaman; ömrü boyunca haksızlık ve zulümle mücadele etmiş olup, bütün tarihçe-i hayatı ortadadır.

Daha çocuk yaşta tahsile başlarken bile haksızlıklara karşı gelir. Üzerine gelen dört talebe için hocasına; “bunlara söyleyiniz, benimle döğüştükleri vakit, dördü birden olmasınlar, ikişer ikişer gelsinler” demek suretiyle mertliğini gösterir. 

Bir çoğunun eleştirip tekfir ettiği âlimlerin yanlış yorumlarını tadil eder, ancak onlara hürmetsizlik etmez.

Keza Abdülhamid Han’ın meşrûtiyetle alâkalı yanlışlarını söylerken, diğer taraftan da veli padişah olduğunu ifade eder.

İttihâd ve Terakki, Jön Türkler, Enver Paşa gibi eleştirilen özel ve tüzel kişilikleri; “Venizelosla beraber Said Halim’e vurmam” diyerek nerede ve ne yapılması gerektiğini, mevzuları makam ve mevki ayırımında adaletle işler.

Yine Kuva-i Milliye taraftarı olmasına rağmen Vahdeddin’e vurmaz, dışardan gelebilecek müdahelerle ceberrut ve müptedi dediği hükümetin gitmesine bile taraf olmaz. Öyle ki kendisine onca zulmü ve işkenceyi yapanları yüzde beş mesul tutarak taraftarlarına adavet etmez, baştaki başları da ikaz eder.

Müdafaaları baştan sona hukuk dersidir. Hem Kur’ân’ın adalet anlayışını, hem de dünyanın kabul gördüğü insan haklarını nazara vererek, âdeta yapılan hukuksuzluğu yüzlerine haykırır. Mahkemede mahkûm değil hâkimdir.

Risalelerin bir çok yerinde “bir kişinin hatasından başkası mesul olamaz” Kur’ânî hakikatı ve “Hakkın küçüğüne büyüğüne bakılmaz hak haktır” diyerek, insanlığa adalet-i mahzayı ders verir.

Mahkemede idamla yargılanırken bile “Hakkın hatırını kırmayacağım, hakikatı söyleyeceğim. Zira hakkın hatırı âlîdir, hiçbir hatıra feda edilmez. Kimin hatırı kırılırsa kırılsın, yalnız hak sağ olsun” der.

SURET-İ HAK’TA ADALETSİZLİK

Bu gün adaletsizliğin (diz) boğaz seviyesinde olup bunu da din adına, hatta Nurlar’a dost görünüşle yapmak, tam bir dini siyasete alet etmek işgüzarlığıdır.

Bir cani yüzünden dokuz masumun olduğu bir gemiyi batırmak ya da bir haneyi yakmak ne demek? Hiçbir kitap buna cevaz vermediği gibi Kur’ân; bir suçlu yüzünden diğer masumlara vurmayı men etmişken, peki tanıdığının, tanıdığının, tanıdığı ne alâka!? Hangi Müslümanlık değil, hangi inanç sistemi bu? 

Ya alkış tutanlar; “Zulme taraf olmayın, olur ki ateş size de değer” tehdidinden de mi korkmazlar? 

Bütün bu yanlışlar bir adeseye bağlanıyor; “Efendim biz ilk defa kendimizden birini bulduk, bizi temel değerlerimize döndürecek ve yeniden üç kıt’aya hâkim olacak yeni Osmanlı’yı inşa edecek bir lidere sahip olduk, o ne yapsa doğrudur. Onun karşısındakiler kim olursa olsun düşmanımızdır. 

Adalet de o, hak-hukuk da odur” demelerine biz de deriz ki: Öyle lâfla peynir gemisi yürümez. Padişahlığa özenmek; “Dicle de bir koyun kaybolsa Ömer (ra) mesuldür” diyebilen ve herkesi kuşatan tam bir adaletle olur. Hz. Ömer’in “Adalet mülkün temelidir” sözü mecliste ise, adalet olmadan devlet olunmaz demektir.

İşte çarpıcı bir misal:

Fatih Sultan Mehmed gayr-ı müslim bir mimarla yargılandığında, ayakta ve eşit şartlarda muamele ve muhakeme olması neticesinde o mimarın zararının sultandan tazmin edilmesi, padişah özentilerine bir tokattır.  

Öyle “Bitlisli Said” demek ve seçim zamanı billboardlarda Üstadın resmi ile yan yana gelmek, yaşlı ağabeyleri resepsiyonda ağırlamak ve suret-i hak’tan görünmekle olmuyor bu işler. 

“Eski hal muhal, zalimler için yaşasın Cehennem” gibi makablini görmeden alınan cümleler, samimiyetsizliğin daniskasıdır. Zira oralarda, bugün yapılanlar gibi haksızlıklara bir rest çekmek var. “La takrabu Salât” nev’inden işine geleni kullanmak; bin kere euzubillahimineşşeytani vessiyaseh dedirtiyor. 

Evet, zalimler için yaşasın Cehennem mi dediniz?

Okunma Sayısı: 3490
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Aşkın Doğan

    2.7.2017 01:49:15

    Tab edilen tabiatta anasırı erba ve ışık gerekli olduğu gibi zihnimizde tevhit,nübüvvet,haşir,adalet ve iman olmalıdır. Bu unsurlar birbirine bakarlar ve hay olmak veya beka bulmak için tesanude zorunludurlar.Tabiatta tözcülük,İçtimai hayatta şeyhcilik skolastiktir.Aklı evvel olanların kulakları çınlasın.Makaleyi yazanlardan,neşredenlerden,okuyanlardan Allah ebeden razı olsun

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı