Her türlü darbeye hayır. Kimden ve nereden gelirse gelsin hep karşısında durduk ki; 12 Eylül’de 470 gün, 28 Şubat’ta 30 gün gazetesi kapatılan ve en çok mağdur olanlardanız.
Bir an önce sis perdelerinin aralanıp demokrasinin normal rayına oturtulması behemahal şarttır. Gerçek faillerinin adalet önüne çıkarılması hükûmetin vazifesidir, bizim değildir.
Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de buyuruyor ki; “Ey inananlar, fasık birisi size bir haber getirirse onu araştırınız. Yoksa bilmeden bir topluluğa karşı haksızlık edersiniz ve daha sonra yaptığınızdan pişmanlık duyarsınız. “ (Hucurat, 6)
Bizim derdimiz ittihad.
Misyonumuz; karşımızda dalâlet fırkaları ittihad etmişken, siyaset cereyanlarıyla tefrikaya düşme meylindeki bu milleti ittihada dâvet etmek. Yazmanın bir gereği de budur.
DARBE TRAVMALARI
Darbedilmiş veyahut iğfal edilmiş biri ne yaşar? Travma.
Vurulan nedir? Hürriyet.
İhtilâl: İradeye vurulan bir darbedir. Darbeci diyor ki; “Senin iradeni rafa kaldırıyorum.” Peki kim bunlar?
Perde arkasından iş görüp piyonlarını ortaya sürerek dikkatleri başka mecralara çekmek.
Gece karanlık, darbe karanlık, niyet karanlık. Zira kurt, puslu havayı sever.
“Nur’dan zarar gelmez gelse huffaşa gelir” sözü gereği, karanlıktan beslenenler, Nur’u istemezler ki hakikat ortaya çıksın. Karanlığı daha da kesif hale getirip asıl istediği kaotik bir ortamda millet birbiriyle boğuşurken, ittihadı doğmadan yok etmektir. İllüzyonist bir şaşırtmaca... Perde arkasını gör(ebil)mek, artçı sarsıntılarda savrulmamak.
Maatteessüf ki, avamın yanında aydınlarda sallanıp duruyor.
Asıl mes’ele; darbelerin ve bu darbe teşebbüsünün arkada bırakacağı öteki yüzüdür.
CEMAATİMİZE BİNLER TEBRİK
Yine kanlı ve karanlık bir süreçten geçiyoruz. Her ihtilâlde olduğu gibi herkes bir tarafa savrulmuşken, cemaatimiz;
*Akl-ı selim, tahriklere kapılmadan, Nur’lardan aldığı feyizlerle hadiseleri sükûnet içinde takip ediyor.
*Karanlık günlerde el yordamıyla ısıran haşaratı aramaları gibi failler aramıyorlar. Haşarat görevini çoktan yapıp gitmiş bile. Yangını ancak hissetmeye başlarız ki, onlar, en evvel hissediyorlar.
*Daha ilk dakikadan hedef göstermeleri dikkate almayarak; tahkik etmeden kimseyi zan altında bırakıp, iftira atmıyorlar.
*”Ve lâ teziru vâziratun vizra uhrâ” (Hiç)bir günahkâr, diğerinin (başkasının) günahını yüklenmez.” emrine muhalefet etmiyorlar.
*Onlar biliyorlar ki “Elbu’du fissiyaseh” anlayışı şeytanî düsturlardır. “Elhubbu fillah” en aldatmaz kal’adır, oraya tahassun etmişler ve kıyamete kadar da ordan çıkmayacaklardır inşaallah.
*Siyasetçinin sevdiğini sevmek, düşman bildiğini düşman bilmek yerine bu cemaat; ne “haydar bey” der, ne de “haydo”, her zaman ve şartta “haydar” diyorlar.
*İhtilâl girişimi henüz olmuş, millet galeyanda iken onlar bir ağızdan; “Bu hadise 31 Mart vak’asının kopyasıdır” diyor ve Divan-ı Harb-i Örfî’yi okuyup vazifelerini yapıyorlar; Avusturya, İstanbul, Anadolu, Almanya, İsviçre, Fransa ve Gazete... Sahi bu kalp ve efkâr ittihadı nereden geliyor? Kim onlara bu dersi okuyun, kim onlara çarşıyı pazarı değil, Nur’ları dinleyin diyor?
*Denir ki filancalarda Nurcu, ağabeyler başka diyor. Onlar ağabeylerin elini öper, ancak kitabı okurlar.
Elbette Risale-i Nur, onların başka me’hazı yok.
Ne mutlu şahs-ı manevî diyenlere.
Ne mutlu akl-ı selim olanlara.
Ne mutlu siyaseti değil, Üstadını dinleyenlere.
Ne mutlu cerbezeyle iş görmeyip, bir küçük günahla bir gâyeyi iptal etmeyenlere.
Ne mutlu idareye ve asayişe ilişmeyenlere.
Ne mutlu Bediüzzaman diyenlere.
Bu cemaatle iftihar edilmez mi?
Bizce ittihadın yolu, buradan geçer.