"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Dindarların Dünya ile imtihanı

Ömer Faruk ÖZAYDIN
27 Ocak 2019, Pazar
Ehl-i dünyanın asıl hedef ve maksadı bizzat dünya olduğundan ellerine geçmediği için şikâyetleri olsa da, ehl-i imanın imtihanı çok dehşetli oluyor; bazısı ondan küsse de, dünya onların yakasını bırakmıyor.

Başta Peygamberler (as) bâhusus Ahirzaman peygamberi (asm) Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin en nihayet Bediüzzaman... Evliyalar, sıddıklar ve selef-i salîhin Dünya’ya bakmadıkları gibi gelen dertlere de aldırış etmediler. Ahirzaman insanı ise, hem ehl-i imân olup hem de Dünya gibi maşuku olduğundan Araf’ta kalıp gâh ahirete gâh Dünya’ya... Karargâh tesbiti zor.

Bu sebeple; Süfyan’a biat etmeyen âlimlerin idamı göze almaları hâlâ yürekleri dağlarken Dünya yüzünden biat edenler tarihin kara levhalarında acı hatıra bıraktılar.

Bediüzzaman’ın onca tekliflere sırtını dönüp tren garından Van mağaralarına doğru seyahat ederken, geride bıraktıkları maalesef dine sahip çıkamadıkları gibi onun eteğinden de çektiler.

Ancak bazı kahramanlar da var ki, her türlü sıkıntıya rağmen “vessebit akdemena” sabit kadem olup, tecrid etmek isteyenlerin inadına Bediüzzaman’a ve dâvâsına sahip çıkarak, öyle çukurlara düşmediler. 

Onun gitgide büyüyen dâvâsını durdurmak için nice plânlar kurup, talebelerini ondan soğutmak, vazgeçirmek veya meşgul edip Nurlar’ın yazılmasına o zor (açlık, yokluk ve korku) şartlarında mâni olmaya çalıştılar. Binde bir, belki ikiyi geçici olarak oyaladılarsa da muvaffak olamadılar.

Yine bir kısmı da var ki gönül adamı iken ortaya çıkan âni şartlar ve yokluk gereği Dünya’ya bakmışlar ve beşeriyet muktezası olarak sehiv ve hatalarının neticesinde şefkat, kimide zecr tokatları yemişler.

O zor seneler sadâkat ve metanetle akıp gitmiş, bazı arızalar ve siyasî mülâhazalarla ayrılmalar olmuşsa da ekseriyet itibarıyla canla başla (içtimaî meseleler hariç) dâvâya sadık kaldılar.

Gerek 12 Eylül İhtilâli, gerekse 28 Şubat süreçlerindeki derin planlarla, (biraz dünyevî biraz siyasî saiklerle) kopmalar hizmeti derinden sarsmış ise de ayrılan parçalar, kendi içinde ciddî hizmetlere imza attılar. Risaleleri 50-60 dile tercüme edip, Dünya’nın bir çok yerinde dershane açarak Nurlar’ı...

Kongreler, sempozyumlar, paneller ve Üstad’ı anma toplantılarıyla herkes kendi penceresinden Bediüzzaman’ı Dünya’ya tanıttı. 

Geçtiğimiz asır padişahlıktan Meşrûtiyete; harbler ve mütarekelerle geçen bir devirle ömr-i Osmaniye’den Cumhuriyete; Müslümanları idamlara, zindanlara ve zehirlere götüren 27 senelik “cebr-i keyfî-i küfrî” rejiminden “yeter söz milletindir” diyen Demokratlara; ihtilâllere, muhtıralara ve bin yıl sürecek 28 Şubat’larla çok zor geçen 20. asırdan milenyum denen 21. asra.. 

MİLENYUM DÜNYASI

Siyaset toplumu yönetme sanatıdır. Dolayısıyla toplum yapılanmasında etken midir denilse evet.. 1950’ye kadar seküler bir siyasetin dinsizliğe alet edilmesi, dayatma ile dinden kaçışlar ve 40 vefiyattan bir ikinin kurtulmasına ve 1950’den sonraki din lehindeki 50 yıla bakıldığında (her ne kadar har-gür içinde geçmişse de) ekseriyetle Demokratların siyaset sahnesindeki varlığındandır.

Zira Demokratlar hürriyet zemini müheyya ettiklerinden, lâik kesimin ekmeğine yağ sürse de dindarlar kendi işiyle meşgul olduğundan, dâvâsını anlatacak ve yaşayacak imkân ve fırsatın at başı olması cemaatlere avantaj sağladı ki zındıkanın Demokratlara düşman olmasının aslî sebebidir. İşte bizim siyasete bakışımız ve ilk günden beri demokrasi nöbetlerimiz bu yüzdendir. (Ah bunu bir anlayabilseler)

21. asra girerken bir asrın depoladığı sosyo-ekonomik taleplerin Dünyalığı zirveye taşıması, refah seviyesinin 10 bin dolarlardan 20-30 bin dolarlara fırlaması teknolojide çılgın patlamaları getirdi ki, görenek belâsıyla ihtiyaç dörtten yüze, belki bine çıktı. Bu ise din, dâvâ ve gaye-i hayali geri plâna itti. Siyaseti de dindarlara teslim ederek dâvâ tamamlanmıştı. Artık zenginleşme zamanıydı. İhaleler, rant, partide yer kapma birinci öncelikti.

Zulüm, mağduriyet, tehcirden bana ne, varsa yoksa lüküs hayat.

“Lüküs hayat, lüküs hayat bak keyfine yan gel de yat”

Derse gitmek, kitap okumak, dâvâya sahip çıkmak, o, geçmiş asırda kaldı.

Şükür ki bir taife o vazifeyi görüyor; “Ümmetimden bir taife Allah’ın emri gelinceye kadar (yani kıyâmetin kopmasına kadar) hak üzerinde galip olacaktır”1 

Yoksa kıyamet hiç uzakta değil...

Dipnot: 1. Ebu Dâvud, Fiten 1, 4252.

Okunma Sayısı: 5089
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Mikail Yaprak

    27.1.2019 15:12:54

    Yakınındaki camide vazife yapan alim ve hafız ül kur'an bir zat vardı. Bir ara müteahhitliğe heveslenmiş, ev yapıp satmış, sonra da iflas etmiş. İflas ettiğine değil, yıllarını o uğurda heder ettiğine ağlayıp dururdu. Rabbimin huzuruna hangi yüzle çıkacam diye diye dünyadan göçtü. Allah rahmet eylesin.

  • Ali Tam

    27.1.2019 14:24:54

    Din Görevlisi hakkinda baska bir habere bir yorumda bulundum. Islam Dini bize farz kilindi. Her bir Müslüman Din görevlisidir. Müsbet hareketin yaninda menfi vazifesi de var. Söyle ki: Ne kendine haksizlik/zulm edecek ne de baskasina. (yoksa Yunus AS gibi feryadu figan eyleriz inni küntü minezzalimin; Ben haksizlik eden zalimlerden oldum) Hepiniz cobansiniz raiyetiniz altinda olanlara karsi mesulsünüz mealinde vazifeli oldugumuzu bildirmis Peygamberimiz ASM. Biz Din Görevlisiyiz! Ücretimiz Allah'a aitir.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı