"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Sosyal Medya ve mahremiyet (Türban)

Ömer Faruk ÖZAYDIN
12 Temmuz 2020, Pazar
Devlet eliyle tesettürü ref’ etmek ve kılıf kıyafeti değiştirmek, dini ortadan kaldırmanın kilometre taşlarıydı.

Bediüzzaman ise müsbet hareket düsturları içinde dini ihya ediyor, tesettürün ehemmiyetini nazara veriyordu. Öyleyse onu imhâ etmek gerekirdi ki, inkılâplara muvaffak olunsun.

“Bediüzzaman tesettür taraftarıdır. Kadınların yarı çıplak, açık dolaşmalarına.. Evlenmelere mani’ olup fuhşa teşvik edici mahiyetinde görmektedir. Bediüzzaman dinî tedrisat taraftarıdır.” 1 diye yüz yirmi talebesiyle birlikte Eskişehir’e nefyettiler.

Eğer Isparta / Afyon devir tesliminde imhâ edebilseydiler Eskişehir’e gerek kalmayacaktı. Hafîz-i Rahim hıfzedecek ya; “kim vurduya” gitsin diye tutulan bir memurun fikri, (mesuliyeti almamak için) “kimse görmedi”ye inkılâp edince Eskişehir Mahkemesi, ders kürsüsü oldu.

Öyle bir müdafaa yapıldı ki, idamla yargılanan Bediüzzaman, 11 ay gibi bir cezayla (o da hapiste kalınan zaman) aslında beraat etmişti.

Üstad Hazretleri onca çileye ve eziyete rağmen Nurlar’ın inkişaf etmesiyle mesrur oluyor, Süfyan da kahroluyordu. Doktorların içki yasağına rağmen çaresizlik daha çok içerletmiş ve içirtmişti ki, bu tam bir mağlûbiyetti.

Süfyaniyetin 1. Rüknü kahrından giderken, 2. ve 3. Rükünleri vazifeyi devam ettiriyorlardı. 

DEVLET BAŞINI AÇIYORDU

1930/40 seneleri Süfyaniyet ve Mehdiyet’in mücadelesiyle geçiyordu. Onlar tahribat için bütün devlet imkânlarını kullanarak dini dünyadan kaldırmaya uğraşırken, Hz. Bediüzzaman sabır ve çileyle mücahedesini Nurlar’ı neşrediyordu.

Toplum bir yandan yukarıdan başlayarak bozulurken, aşağıdan yukarıya da tamirat yapılıyordu.

Devlet eliyle desteklenen bale, dans ve senfoni konserlerine bizzat devlet ricali hanımlarının başını açarak iştirak etmiş, bürokrat ve diğer memurlar da protokolde görünmek için uydum imama diyerek baş açma yarışına girmişlerdi.

Kapalı ve muhafazakâr olan toplum o zamanın levhiyatları ve sosyal medyanın temeli olan sinema ve tiyatro ile açıklık ve fuhuşla karşılaşınca, Osmanlı kültürü almış ve daha yeni usûlleri sindirememiş ebeveynler, evlâdlarının mektepler vasıtası ve okumak aşkıyla soyulduğunun farkına varamadılar. (Günümüzde Tesettüre tam riayet eden mütedeyyin annelerin yanında plaj kıyafetli evlâd manzaraları hâlâ garabetini koruyor)

Aile gelenekleri sağlam olan eski nesil muhafazakârlıkta direnirken evlâdlarını muhafaza edemiyor bir kısmı da bu yüzden kız çocuklarını okula göndermiyordu.

Diğer yandan Risale-i Nur, örtünmekte zorlanan yeni nesil için bir istinad noktası olmuştu.

Bir yandan açıklık özentisi, diğer yandan medreselerde başlayan dinî eğitim büyük bir mücadelenin de medarı oluyordu. 

ŞULE YÜKSEL ŞENLER ve TÜRBAN

Risale-i Nur’un Anadolu’ya yayılmasıyla dinsizlik girdabında bunalıma giren ailelerde fırtınalar kopuyordu. 

“Şenler” ailesi de bunlardan biriydi.

Kıyafet devrimine uyarak çarşafı çıkaran “Cumhuriyetçi” denilen bu aile, çocuklarını “çağdaş, modern ve Atatürkçü” yetiştiriyorlardı. Böyle bir ailenin oğlu olan Üzeyir Şenler henüz bir orta okul talebesiyken öğretmeninin teşvikiyle derslere gider ve Bediüzzaman’la tanışmasının ardından ailenin karşı çıkmasına rağmen dine yönelir. Kız kardeşleri ve ailesi de namaza başlar. Şule Yüksel de bu dönemde namaza başlayıp başını örtenler arasındaydı. İlk başlarda zorlanan, ağabeyinin; “sen örtersen bütün kızlar başını örter” teşviki, Şule Yüksel’in ve belki de memleketin dönüm noktası olmuştur.

Genç bir gazeteci iken 1965 yılında tesettüre giren Şenler, Anadolu’yu karış karış gezerek verdiği konferanslar ile ülke genelinde başörtüsü meselesini herkesin hayatına sokmuştur.

Şenler, ‘Başörtüsü seferberliği’ adı altında verdiği konferanslar ile pek çok kadının tesettüre girmesine sebep olmuştur.

O kadar ki, Şenler’i taklit eden genç kızların başlarını aynı şekilde örtmesiyle “Şulebaş” ya da “Türban” terimi ortaya çıktı. 

İttihad gazetemizdeki o görüntüler hâlâ hafızalardadır. 

Belki de bizim dimağımıza Nur tohumları atan, çocukluk hafızamızdaki o resimdir.

Dipnot:

1. Emirdağ Lâhikası.

Okunma Sayısı: 2297
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı