Avukat Bekir Berk Ağabey, Risale-i Nur hizmetlerinin en önemli şahsiyetlerindendir.
Hayatını mahkemelerde Risale-i Nurlar’ı ve Nur Talebelerini müdafaa etmekle geçirmiş fedakâr bir ağabeyimizdir. Kendisiyle İstanbul’da Yüksek İslâm Enstitüsü öğrencisi olduğum dönemde tanışmıştım. Bekir Ağabey, kaldığımız Kirazlı Mescit Sokak’taki 46 numaralı dershaneye gelip, bizlere hem Risale-i Nur sohbetleri yapar hem de mahkemeler için gittiği farklı şehirlerden edindiği izlenimlerini bizlerle paylaşırdı. Ağabey anlattıkça, bizlerde daha önce gitmediğimiz şehirlerin nasıl bir yer olduğunu kafamızda hayal etmeye çalışırdık. Katıldığı mahkemeleri anlatırken de sanki adliye ve mahkeme ortamını değil de, mahkemede Risale-i Nur dersi nasıl yapılır? sorusunun cevabını bulurduk.
Ağabeyimizin işleri çok yoğundu. Bazen Bekir Ağabeyi, Sultan Ahmet Adliyesi’nin civarındaki parkta otururken dizlerinin üzerindeki daktilosunda savunma yazarken görebilirdiniz. Çantasını ve daktilosunu her zaman yanında taşırdı. Kaldığımız dershaneye kendisi gelemediği zamanlarda, biz arkadaşlarımızla birlikte Çarşı Kapı’daki yazıhanesine ziyaretine giderdik. Bu yazıhane aslında sadece bir Avukatlık bürosu değildi. Aynı zamanda Anadolu’dan İstanbul’a gelen ağabey ve kardeşlerimizin ilk uğrak noktasıydı. Böylelikle birçok Nur Talebesini orada görmeniz ve tanışmanız mümkün oluyordu.
Bekir Ağabey 1965 yılında (gün ve ay tarihini tam hatırlayamıyorum) beni yazıhanesine çağırdı. Yazıhaneye vardığımda bir müddet sohbet edip çay içmiştik. Bana “Ömer kardeşim, Mansur Ali Nasıf El-Hüseyni’ye ait Tac Hadis kitabı’ndaki Hadislerin hepsini inceleyeceksin. İçerisinde Nur kelimesi geçen Hadisleri belirleyip yazacaksın ve çalışmayı bana teslim edeceksin. Ben de bunları mahkemelerde kullanacağım” demişti. Bu görüşmemizden yaklaşık bir ay sonra Bekir Ağabey ile tekrar bir araya gelmiştim. Bana hemen “Ömer kardeşim sana söylediğim çalışmayı tamamladın mı?” diye sordu. Bende kendisine “Ağabey bugüne kadar sadece birinci cildin incelemesini bitirdim” şeklinde cevap verdim. Elbette bu cevabımın ağabeyimi tatmin etmeyeceğini anlamıştım. Bekir Ağabey bana “böyle olur mu Ömer kardeşim! Hadis incelemelerinin şimdiye kadar tamamlanması gerekirdi” demesi üzerine hemen arkadaşlarımla birlikte çalışmaya başlamıştık.
Çalışmaya başlamıştık başlamasına, ancak hiçbirimizde Tac Hadis kitabı yoktu. 1965’te bu beş ciltlik kitabı alacak maddî imkânımızda bulunmamaktaydı. Yine yakın çevremizdeki öğrencilere de sormuştuk, onlarda da kitap mevcut değildi. Vakit epeyce ilerlemişti. Saat gece 24:00’dı. Ve biz hâlâ kitap arayışındaydık. Kitabın okulumuz Yüksek İslâm Enstitüsü’nün kütüphanesinde olduğunu biliyorduk. Ancak gecenin 24:00’ında kütüphane de kapalıydı. Gecenin bu geç saatinde kitabı kütüphaneden nasıl alabiliriz diyerek düşünüyorduk. Kütüphane Memuru Ali Erzurumlu hatırıma geldi. Birkaç arkadaşla birlikte Ali Bey’in evine gidip kendisini uyandırdık. Tabi ki ona Bekir Ağabey’le ilgili durumdan bahsetmiyorduk. Ali Bey’e, kütüphaneden Tac Hadis kitabını ders çalışmak için almamız gerektiğini ve bizim için çok önemli olduğunu söyledim. Ali Bey de bana “Hacı Ömer, bu saatte kütüphaneyi kimseye açmam. Ama senin hatırın var” dedi. Ve birlikte kütüphaneye gittik. Ali Bey, bize kapıyı açtı. “İçeri girip alın. Çıkarken kapıyı kapatın” diyerek gitmişti. Ancak Ali Bey, bize kütüphanenin ana salon kapısını açmıştı. Ana salonda aramış ve kitabı bulamamıştık. Sonra kitabın bulunduğu odayı tesbit etmiştik. Fakat bu odanın da kapısı kilitliydi. Binanın mimarisi eski olduğu için kapının üst kısmında 50 cm yüksekliğinde camlı bir bölme vardı. Bu bölmede camın olmadığını fark etmiştim. Bir sandalyeyi kapının önüne koyup üzerine çıktım. Buradan da camın olması gereken bölümden kitabın olduğu odaya girmiştim. Nihayetinde kitabı almıştım. Arkadaşlarla birlikte dershaneye gelip hemen çalışmaya başlamıştık.
Ben daha önceden birinci cildin incelemesini tamamlamıştım. Ama Bekir Ağabey’imin hassasiyetini bildiğim için birinci cildi tekrar incelemiştik. Tac Hadis kitabı başlı başına bir eserdir. Toplam beş ciltten meydana gelmektedir. Birinci cildi 384, ikinci cildi 368, üçüncü cildi 428, dördüncü cildi 444 ve beşinci cildi de 440 sayfaydı. Sabaha kadar Nur kelimesini binlerce Hadisin içerisinde; Ömer Örtlek, Ahmet Gümüş, Arif Kır, Abdurrahman Turan, İbrahim Ünal ve Vehbi Vakkasoğlu ile birlikte araştırmıştık. Sabah ezanı okunurken çalışma tamamlanmıştı. Tam 70 sayfalık bir risalecik ortaya çıkmıştı. Sabah saat 07:00’da Bekir Ağabeyin yazıhanesine gittim ve çalışmayı kendisine teslim ettim. Bir ayda sona eremeyen 5 ciltlik Hadis kitabı incelemesi beş saatlik çalışma ile tamamlanmıştı. Daha sonra Bekir Ağabey de mahkemelerde bu 70 sayfalık risalecikten istifade ettiğini belirtmişti. Bizler de bu duruma memnun olmuştuk. İşte bu Risale-i Nur hizmetinin bereketiydi.
Aynı gün derslere girmek için Yüksek İslâm Enstitüsü’ne gitmiştim. Bir idarî görevli yanıma geldi ve “kütüphaneden seni çağırıyorlar” dedi. Hemen, “iç odaya girmek için kapının önünde koyduğum sandalyeyi tekrar yerine bırakmadığım” hatırıma geldi. Kütüphane Sorumlu Memuru sabah geldiğinde sandalyeyi iç odanın kapısının önünde görmüş. Diğer Memur Ali Bey’e durumu sormuş ve o da gece olup bitenleri anlatarak “sandalyeyi Ömer Örtlek oraya koydu ve kitabı aldı” demiş. Kütüphane Sorumlu Memuruna konuyu izah ettim. Ancak kendisi, beni Enstitü idaresine şikâyet edeceğini söylemişti. Ben de “beni kime şikâyet edersen et! Benim gayem Risale-i Nur’a hizmettir” şeklinde sert bir üslûpla cevap vererek odasından çıkmıştım. Daha sonraları da Enstitü idaresinden konuyla ilgili benden herhangi bir savunma istenmemişti.
Yaptığımız Hadis çalışmasının Bekir Ağabey’in işlerine katkı sağlaması bizleri memnun etmişti. Benim hakkında da Enstitü’nün Kütüphane konusunda hiçbir işlem yapmamasını da yıllar sonra Risale-i Nur hizmetinin muhafazası diye yorumlamıştım.
1967 Yılında Niğde İmam Hatip Lisesi’nde Öğretmen olarak çalışıyordum. Elbette o yıllarda yolculuklar fazla yorucuydu. Günümüzdeki gibi modern vasıtalar ve yollar mevcut değildi. Aynı yıl Bekir Ağabey bir mahkeme için Kayseri’ye gidiyormuş. Kayseri’ye varmadan önce Niğde’ye gelerek benim evimde birkaç gün misafir olmuştu. İkamet ettiğim ev ise, ahşaptan (banyosu, mutfağı, yatak odası hepsi bir odanın içinde) tek odalı bir evdi. Benim gibi bekâr biri için yeterliydi. Bekir Ağabey, yolculuk şartlarından dolayı epeyce yorulmuş ve terlemişti. Banyo yapıp, dinlendikten sonra, birlikte pişirdiğimiz yemeği yemiştik. Yemek esnasında 1965’teki Tac Hadis kitabını nasıl çalıştığımızı kendisine anlatırken bana gülümsüyordu. Ve bana Hadis çalışmasından ne kadar çok istifade ettiğinden bahsetmişti. Allah ona rahmet eylesin. Amin.