"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Diyarbakır’dan Elazığ’a Risale-i Nur sohbeti

Ömer Örtlek
04 Şubat 2018, Pazar 00:01
Risale-i Nur hizmetlerinde en önemli husus Nur sohbetleridir.

Şahsî okumalar ve muhtelif Nur dershanelerinde toplu halde yapılan Nur sohbetleri de hizmetlerin olmazsa olmazlarındandır. Bir de Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin yakın talebelerinin sohbetlerine katılmak, dinlemek ve onlardan istifade etmekte de ayrı bir lezzet vardır.

Diyarbakır İmam-Hatip Lisesi’nde 1975 yılında öğretmenlik yapmaktaydım. Rahmetli Fikret Özdemir, Hasan Sarıkamış, Dişçi Hacı Kadri Mermutlu, Askeri Yıldız gibi Ağabeylerimle birlikte Risale-i Nur sohbetlerine iştirak ediyordum. Merhum Fikret Özdemir Ağabey hem Üstadımız Said Nursî ile tanışmış, birlikteliği olmuş ve Bediüzzaman Hazretleri’nin kendisine talebe olarak kabul ettiği, çok sevdiğimiz bir büyüğümüzdür. Kendisi aynı zamanda Adana’da Nur’un kadim hizmetkârlarından Nevzat Dinçer Ağabeyimizin kayınpederi ve onun hanımı (hanım hizmetlerinin öncülerinden) Emel Ablamızın da babasıdır.

Fikret Ağabey, bir sohbet sonrasında bana “Elazığ’da ikamet eden Bediüzzaman’ın yakın talebelerinden Hulusi Yahyagil Ağabeyi ziyaret edip sohbetine katılalım” diye söylemişti. Ben de, Fikret Ağabey’e “mutlaka gidelim, ancak beni Hulusi Ağabey’in sağ tarafına oturtunuz” dedim. Böylece Hulusi Ağabeyden fazlasıyla istifade etmek amacındaydım. Birkaç gün sonra Fikret Ağabeyim ile birlikte Elazığ’a gittik. Hulusi Ağabey’in kaldığı eve öğlen yemeği vaktinde ulaşmıştık. Selâm verip içeri girmiştik. İçeride çok sayıda ağabey ve kardeşlerimiz bulunmaktaydı. Şehir dışından geldiğimizi söyleyince, bizleri hemen Hulusi Ağabeyin yemek yediği sofraya buyur ettiler. Hulusi Ağabey, bizleri sıcak bir tebessümle karşılamıştı. Fikret Ağabeyde beni, Hulusi Ağabeyin sağ tarafına oturtmuştu. Yemekleri yemek için önce Hulusi Ağabeyin yemeye başlamasını bekliyorduk. Hulusi Ağabey yemekten bir kaşık aldı ve bir miktar tatmış oldu. Sonra aynı kaşığı bana verdi ve bende tadıp, kaşığı yanımdaki kardeşimize uzatmıştım. Böylece sofranın etrafındakiler, aynı bir kaşıktan yemeği toplam 12 kişi tatmıştık. Bu yemek usûlü, Hulusi Ağabeyin şahsına münhasır kültürel özelliğinden ileri gelmekteydi.

Yemek esnasında bir soru üzerine Hulusi Ağabey, bizlere Üstad ile nasıl tanıştığını anlatmıştı. Hulusi Ağabey 14 Nisan 1929’da orduda Yüzbaşı iken Barla’ya gittiğini, fakat Üstad’ı bir şeyh olarak tahayyül ettiğini söylemişti. Ancak tanışırken, “henüz ben ismimi söylemeden, Bediüzzaman, bana Hulusi! Hulusi! Ben şeyh değilim. Ben İmamım” dediğini anlatmıştı. Ben de daha evvel bu menkıbeyi Ağabeylerimden işitmiştim. Bir de konunun yaşayanı Hulusi Ağabeyden yani birinci ağızdan dinleyince, sofranın etrafındakilerle birlikte teyit etmiş oluyorduk.

İkindi namazından sonra başlayan Risale-i Nur sohbetine Fikret Ağabey ile biraz gecikmeli katılmıştık. Hulusi Ağabeyin ders usûlüne göre, sohbet başladıktan sonra gelenler, ön taraflara doğru değil de, salonda bulundukları yere oturuyorlarmış. Biz ise geç geldiğimiz halde, bizi buyur ederek ilerilere yani salonun ortalarına aldılar. Önce burada oturmuştuk. Bir müddet sonra beni, Hulusi Ağabeyin sohbet yaptığı masanın önüne aldılar. O anda bir imtihan içerisinde olduğumu düşünmeye başlamıştım. Çünkü sohbete gelirken, gençliğimin vermiş olduğu hevesle “ben güzel Risale-i Nur okurum, acaba burada bir ders yapmak bana nasip olur mu? diye düşünmüştüm.” Salonda ise masanın yanında oturan kardeşimiz Risale-i Nurlar’ı okuyor ve Hulusi Ağabeyde açıklamalarda bulunuyordu. Ve sohbet bu şekilde sona ermekteydi. Normal şartlarda bu mekânda Hulusi Ağabey dışında kimse Risale-i Nur sohbeti yapmıyormuş. Sohbet sonunda kaide dışı olarak Hulusi Ağabey, beni yanına çağırarak “Ömer kardeşim bize bir ders yapar mısın?” şeklinde sormuştu. Ben de, “aslında ism-i âzam ve esma-i hüsna hakkında bilgi almak istiyorum, bu konudaki eksiklerimi tamamlamalıyım” diyerek içimden geçirmiştim. Bu düşüncemi Hulusi Ağabeye söylemediğim halde, kendisi, bana, 30. Lem’a’yı açtı ve buradan oku demişti. Tam da bu sırada Ağabeyimizin kerameti olarak adlandırılabilecek bir duygu ile karşı karşıya kalmıştım. O gün ism-i âzam ve esma-i hüsna konusundaki eksiklerimi, Hulusi Ağabeyin sohbetteki açıklamalarıyla tamamlamıştım.

Sohbet esnasında melek kelimesini okurken dilim sürçmüştü ve yanlış okumuştum. Sohbet sona erince kardeşlerden birisi yanıma geldi ve bana “ders yapmak için o kadar istekli ve gururlu olursan, melek kelimesini bile yanlış okursun” demişti. Bir anda Hulusi Ağabey ve sohbetteki kardeşlerimizin hep ehl-i keramet kişiler olduğu kanaatine varmıştım.

Fikret Özdemir Ağabeye dönerek burada anladım ki, “Bediüzzaman Hazretleri’nin yakın talebelerinin, ehl-i tarik geçmişe sahip Hulusi Ağabey ve onun çevresindekilerin yanında Nur dersi yaparken çok dikkatli olmam gerektiğini fark ettim” demiştim.

Diyarbakır’da çalıştığım dönemde bana her türlü konuda destek olan Fikret Özdemir, Hasan Sarıkamış, Dişçi Hacı Kadri Mermutlu gibi ağabeylerimden Cenâb-ı Allah razı olsun. Ve onların yaptıkları hizmetleri kabul etsin. Amin.

Not: Bazı kardeşlerimiz telefon numaramı arzu etmişler. Numaramı paylaşıyor, gösterilen teveccühten dolayı teşekkür ediyorum. Tlf. (0535) 306 13 28

Okunma Sayısı: 4833
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı