Çaycı Emin anlatıyor; ‘’Üstad’la bir gün beraber ikindi namazını kıldık. Namazdan sonra tesbihatta iken: ‘’kambur, ben mi haklıyım, yoksa sen mi haklısın?’’ diye sordu. Belli ki birisine hitap ediyordu.
Çok zamanlar olduğu gibi yine hayretler içindeydim. Odasında ikimizden başka kimse yoktu.
Merakımı görünce şu şekilde izah etti;
‘’Onuncu söz haşir ve ahiret hakkındadır. O eseri bir vakitler Barla’da yazıyordum. (1926) O günlerde ıslâhı gayr-ı kabil bir İslâm düşmanına Arefeye birkaç gün kala bedduâ ettim. Benim bedduâma karşılık bütün Hicaz velileri ve Hicazda’ki, Kutb-u Azam onun ıslâhı için duâ ediyorlardı. Benim bedduâm ferdi kaldığı için iade edildi. Aradan uzun seneler geçti. Baktım bu sene (1938-1939) bana nihayet hak verdiler. Ben onun ıslâhının gayr-ı kabil olduğunu biliyordum. Onlar da nihayet bu sene bedduâ etmeye başladılar. Benim konuştuğum Kutb-u Azam’dı. Kendileri Mekke-i Mükerreme’dedir. Bütün Hicaz’la birlikte bedduâ etmeye başladı. Bana hak verdi. Ben de ona hitap ettim.. “Anladın mı kanbur” diye…