Dünya onun üzerine gelmişti. Her şeyine her haline müdahale ediliyor, bir an bile takipten geri durulmuyordu.
Buna rağmen o, hiçbir anını boşa geçirmeden, varlığını adadığı dâvâsının hem derdiyle dertleniyor, onun gönüllerde makes bulması için duâlarını dilinden düşürmüyordu…
Çam Dağı, sessiz çam dağı ıssız, çam dağı yalnızların yalnızlığını gideren ulvi bir mekân. Hem de, Yıldız Saraylarına değişilmeyecek kadar yüce bir mekân. Bu mekân da her şey farklı. Maddî yönden her şeyden uzak, ama mana yönden her şeyle iç içe müstesna bir belde…
Dünya gamından geçip, yokluğa kanat açan biri için, ‘’esen yeller, zikir arkadaşı dallar olmuş,’’ onun dostları. Onu dostsuz bırakmak isteyenlere inat, burada her şey ona dost olmuş. Bu güzellikler, onun üzerinde öyle bir muhabbet halesi oluşturmuş ki, onu yalnızlığından alıp, ta arşı alaya, gönüller sultanına çıkarmış.
Ve orada, dalların hem hemeleri (zikirleri) arasında, gecenin karanlığında, Kur’ân’ın rasathanesinde âyet dürbünüyle, kâinat kitabını okumakta.
‘’Dinle de yıldızları, şu hutbe-i şirinine;
Name-i nurin-i Hikmet bak, ne takdir eylemiş.
Hep beraber nutka gelmiş, bak lisanıyla derler;
Bir Kadir’i zülcelâl’in haşmet-i sultanına,
Birer bürhabı-ı nurefşanız bir Vücud’u Sania;
Hem vahdete, hem kudrete şahitleriz biz…’’
Varsınlar herkes onu, yalnızlığa mahkûm ettiğini sansınlar. O gönüllere, dillere mahkûmiyet vurulamayacağını herkese bildirmek için, ‘’zikir arkadaşı dallar’’ ile, kendisini maddeten mahkûm etmek isteyen ruhların dahi imanlarının kurtulmasına vesile olmak için Rabbine niyazda bulunuyordu.
Bu gece Çam Dağı’nda ay bir başka güzellikteydi. Yıldızlar ayrı bir âlemin muhteşemliğini yansıtıyordu.
Eşcar ve nebatatın sessizliği zirvedeki adamın ruhunda, ötelerden gelen mana âleminin ışıklarını yansıtıyordu.
Ona reva görülenlere karşılık o, yine de ümitvarlığını koruyarak onların ıslahı için duâlar ediyordu. Karşısındaki müthiş yangının içinde imanlarının tutuşup yandığını gördüğü gençlik için iki dünyasını da feda edecek kadar merhametliliğini ortaya koyarak duâlar ediyordu, bu Yıldız Saraylarına değişmediği ulvî mekânlar da…