"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Eğitim” dedikleri ve şu celâl-cemâl dengemiz...

Orhan Ali YILMAZ
24 Kasım 2015, Salı
Eğitim” kelimesi Arapça, ‘rabbâ’ kökünden türetilmiş “terbiye” kelimesinin günümüzdeki karşılığıdır.

Cenab-ı Hakk’ın Esma-i Hüsnâ’sından birisi de “Rabb” ism-i şerifidir ve ehemmiyetine binaen, toplamda 970 defa olmak üzere Kur’ân-ı Kerim’de Lafzatullah’dan (Allah ismi) sonra en çok kullanılan isimdir.

Bu isme bağlı olarak mükâfat ve mücâzat anlamında Cennet 78 defa, Cehennem ise 77 defa sarîhan tekrar edilir.

İşte size bir Celâl-Cemâl dengesi...

Arapça’da ayrıca ev idarecisine, yani hanımına “Rabbü’l-beyt” denilir.

Türkçe’de, eski dilde “Mürebbiye” kelimesi tam da bunun karşılığıdır. Yani Eğitici/Pedagog/Eğitimci.

***

Günümüz Eğitim Felsefesinde “Eğitim Yaklaşımları”nı kısaca şu ana gruplar altında toplayabiliriz: 

1. Otoriter (Baskıcı) Tutum

2. İzin Verici / Hoşgörülü Tutum

3. İzin Verici/ İhmalkâr Tutum

4. Aşırı Koruyucu Tutum

5. Dengesiz Tutum

6. ise en ideali kabul edilen Demokratik Tutum’dur.

Eğer bu “tutumların” izahını soruyorsanız, işte o tam da başka bir yazının konusudur.

***

Zamanın Sahibi, Yedinci Söz’de, bu terbiyedeki celâl-cemâl dengesinin nasıl olması gerektiği noktasında çok önemli, önemli olduğu kadar bir o kadar da ilginç şu “orijinal” değerlendirmeyi yapar ve der ki: “Eğer bir yaşındaki bir çocuğun aklı bulunsa ve ondan sual edilse: ‘En lezîz ve en tatlı haletin nedir?’ Belki diyecek: ‘Aczimi, za’fımı anlayıp, vâlidemin tatlı tokadından korkarak yine vâlidemin şefkatli sinesine sığındığım halettir..’” 

Hz. Peygamber (asm) de umum ümmetine hitaben, “Çocuklarınız yedi yaşına gelince onlara namazı emredin, yani onları namaza alıştırın. On yaşına geldiklerinde ise yataklarını ayırın (kız-erkek çocuğu olarak), (namaz kılmamakta ısrar ediyorlarsa) onları zorlayın ve hafifçe dövün” buyurmaktadır.

***

Kadınlar için de, eşler arası “geçimsizlik” durumlarında ve “boşanma öncesinde” aşamalı olarak, Nisâ Sûresi 34. âyet ve devamında ise, onlara öncelikle nasihat edilmesini, dinlemedikleri takdirde yataklarında yalnız bırakılmalarını, en nihayet, hafifçe dövülmelerini tavsiye ve emretmektedir.

Belki, hanım kardeşlerimiz, asrın da kendilerine yükledikleri ya da farkında olmadan maruz kaldıkları o ağır “feminen” yükle muhtemelen ve hemen itiraz parmaklarını uzatacak ve “Bu asırda da kadın mı dövülürmüş!..” diyeceklerini ya da dediklerini duyar gibiyim...

Yalnız, kaçırdıkları bir nokta; konunun, Allah’ın, helâl olmakla birlikte en sevmediği, hatta buğz ettiği şey olan “talâk”, yani “boşanma” öncesi bütün seçeneklerin denenip denenmediğiyle ilgili oluşudur. Yani “evliliği sürdürebilme adına” bütün yolların kullanılıp kullanılmadığını denetlemektedir, tâ ki karşı tarafın elinde bahane ve serrişte edilebilecek bir seçenek kalmasın...

***

Çocukların terbiyesine dönecek olursak, yine Peygamberimiz (asm) bir hadislerinde, “Bir baba, çocuğuna güzel bir terbiyeden daha kıymetli bir miras bırakmış olamaz!” buyurmaktadır.

Kişi, “terbiye”nin ne olduğunu, hele de “İslâmî” vurgusunun ne anlama geldiğini bilmeden ve o şuura ermeden acaba çocuğuna bu denli ve o en değerli mirası nasıl bırakabilir ya da aktarabilir?..

Biz ise hem Âhirzaman’ın Çocukları, hem de Bediüzzaman’ın da Talebeleri ya da Talebe “namzetleri”yiz.. 

Çocuklarımızı, buna ilave olarak, Risale-i Nur terbiyesiyle yetiştirmek gibi daha üst bir şuur ve de sorumluluk duygusu, hatta “kaygısıyla” kaygılanmak durumunda, hem de donanmak zorundayız.

Üstad Hazretleri, bu çok ehemmiyetli konuyla ilgili Hanımlar Rehberi’nde, “Çünkü bir çocuk küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkil bir tarzda İslâmiyet ve îmanın erkânlarını ‘rûhuna’ alabilir. Âdeta gayr-ı müslim birisinin İslâmiyet’i kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer. Bilhâssa peder ve vâlidesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanîlik verir. O halde o çocuk, dünyada peder ve vâlidesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzû ile onlara bir nevi belâ olur. Âhirette de onlara şefaatçi değil, belki dâvâcı olur. Neden imanımı terbiye-i İslâmiye ile kurtarmadınız?..” diye onlardan şikayetçi ve de dâvâcı olacaklarını söylemektedir.

Hem de, “O şefkatli vâlide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. ‘Oğlum paşa olsun’ diye bütün malını verir; hâfız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor ve dünya hapsinden kurtarmağa çalışıyor, Cehennem hapsine düşmesini nazara almıyor...” demektedir.

Şimdi, bizlere düşen asıl vazife, çocuklarımıza “sadece” daha yaşanabilir, daha konforlu bir dünya bırakmak, bir istikbal, bir gelecek temin etmek midir, yoksa âhiret için, o ister istemez önümüzde/önlerinde açılmış ebedî istikbal için daha yaşanabilir, daha konforlu bir hayat için sa’y ve de gayret etmek midir?...

Sakın ola ki, bu görevi de, kolaycılığa kaçıp, hem de kendimizi aldatıp, bildiğimiz şu “okullara” ve de “başkalarına” havale etmiş olmayalım...

Okunma Sayısı: 3857
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı