Bu yazıya biraz “akıl” karışmıştır; onun için “his mîzanları” ile tartılmamalıdır; tabir-i diğerle; “tepkisel” değil, “teşhise” dâir bir yazıdır.
Muhakkak ki, sizi tek bir nefisten yarattık.
Sonra da ondan, eşini var ettik.” (Nisâ:1)
Ve “Onlarla sükûnet bulasınız diye size eşler var etti..” (A’raf:189)
Ve “Aranıza sevgi ve rahmetini koydu.” (Rûm: 21) âyetleri ve devamı “insanın yaratılış amacı” ve “eşinin olması gereken misyonu” hakkında bize epeyce bilgi vermektedir diye tahmin ederim.
İnsanlığın serüveninin nasıl başladığı Kur’ân-ı Kerim ve Hadîsler’de tafsilatıyla anlatılmıştır.
Hz. Âdem’in (as) yaratılış hikâyesi…
***
“Erricâlü Kavvâmûne âlennisâi…” (Nisâ: 34)
“Erkekler kadınlar üzerinde ‘kavvâm’dırlar.”
Kavvâm, Arapçada, “kaveme” fiil kökünden türemiş, “kayyûm” ile müteradif bir anlam taşımaktadır. “Yönetici, idare edici, koruyucu, gözetici” gibi anlamları ifade etmektedir.
***
Çağımız ise, Üstâd Hazretlerinin tabiriyle, tam bir “Hürriyet-i Nisvân” çağıdır.
Yani Kadının Özgürlüğü Çağı…
***
“Özgürlük” ise, insana doğuştan verilmiş bir duygu, aynı zamanda bir haktır.
Münâzarât’ın deyimiyle söylersek; ideal insan, tam da “Özgür Bir Kul”dur aslında…
Ama biraz düşündüğümüzde, herhâlde bizim asıl problemimiz; kime karşı, ne derece ve nereye kadar, ne zaman ve hangi şartlar altında özgür olduğumuzdur şeklinde aklımıza düşmektedir.
Meselâ, askerlik hizmetinde ya da dairede müdüre / âmire / idareciye karşı özgürlüğümüz gibi..
Ya da babamıza, öğretmenimize, kısacası büyüklerimize karşı hürriyet algımız gibi..
Devlete, kanunlara, hükûmete, polise ve diğer insanlara karşı özgürlük dâvâmızda olduğu gibi…
***
Özgürlük, kişi için aynı zamanda bir fedâ-kâr-lık-tır.
Eğer “fedâ” mefhûmu hep karşıya, “kâr” kavramı ise devamlı olarak size âit oluyorsa, o zaman orada ciddî anlamda bir “tutarsızlık”, hem de bir “orantısızlık” var demektir…
Elbette ki, böyle bir durum, orta bir dengeyi ve onunla bağlı bir âhengi, o da bir “adaleti” tesis etmesi akla epey uzak gözükmektedir.
İsteyen tecrübe edebilir…
***
İşte, KAVVÂM, tam da burada araya girmektedir.
Risale-i Nur’da “Muhabbetullah” bahsinde Üçüncü İşaret’te, konuyla ilgili şöyle bir ifade geçmektedir: “Refîka-i hayatına meşrû dairesinde, yani, latîf şefkatine, güzel hasletine, hüsn-ü sîretine binâen samimi muhabbet ile refîka-i hayatını da nâşizelikten, sâir günahlardan muhâfaza etmenin netice-i uhreviyesi ise, Rahîm-i Mutlak, o refîka-i hayatı hûrilerden daha güzel bir sûrette ve daha zînetli bir tarzda, daha câzibedar bir şekilde, ona dâr-ı saadette ebedî bir refîka-i hayatı ve dünyadaki eski mâceraları birbirine mütelezzizâne nakletmek ve eski hâtırâtı birbirine tahattur ettirecek enîs, latîf, ebedî bir arkadaş, bir muhib ve mahbûb olarak verileceğini vaad etmiştir. Elbette vaad ettiği şeyi, katî verecektir..”
“Nüşûz ya da nâşizelik” (kadının erkeğine karşı diklenmesi, erkeksi davranışlar sergilemesi, dominant karaktere bürünmesi) ise, bu asırda hürriyet-i Nisvân’ın ve kadının sosyal hayata, özellikle de iş hayatına girmesinin de yardımıyla (!) daha belirgin, daha mübeyyen bir hâl almıştır.
Aile içi saadetimizi ciddî anlamda tehdit eder bir hâl almıştır.
Ailevî bir sorun, bir problem olarak, herkes tarafından çok açıkça ifade edilmese de, toplumsal bir yara hâlinde toplumu kemirmekte, “Küçük bir Cennet” olarak tabir edilen âile hayatımızı gerçekten zehirlemektedir.
Üstâd Hazretleri, Kastamonu Lâhikası’nda bununla ilgili: “Bazı mütedeyyin zatların, ‘dünyadâr haremleri’ yüzünden ziyade sıkıntı çekmeleri nedendir? Bu havalide bu nevi hadiseler çoktur…” şeklindeki oldukça “ilginç” bir soruya verdiği “mânidâr” şu cevapta şöyle demektedir:
“Gelen cevap: O mütedeyyin zatlar, diyanetlerin muktezası böyle ‘serbestiyet-i nisvân’ zamanında öyle ‘serbest kadınların’ vasıtasıyla dünyaya girişmeleri hatalarından, o kadınların eliyle tokat yemelerine Kader müsaade etti…”
Hem de 24. Lem’a’da, Tesettür Risalesi’nde bu yarayı tedavi anlamında, önemli şu ihtarı yapar ve şu tavsiyede bulunur: “Kadın, kocasında fenalık ve sadakatsizlik görse, o da kocasının inadına, ‘kadının vazife-i ailevîsi olan sadakat ve emniyeti’ bozsa, aynen askeriyedeki “itaatin bozulması” gibi, o aile hayatının fabrikası zîr ü zeber olur. Belki o kadın, elinden geldiği kadar kocasının kusurunu ıslaha çalışmalıdır ki, ebedî arkadaşını kurtarsın. “
Konunun özeti…