"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Âlem-i gayb ile âlem-i şehadetin mukayesesi

Osman KOYUNCU
01 Ağustos 2015, Cumartesi
İki nesne arasında mukayese yapmak için, karşılaştırılan nesneler aynı cinsten olması lâzımdır.

Âlem-i gayb ve âlem-i şehadet de bu şekilde birbirlerinden çok farklıdırlar, birisi maddî diğeri manevidir. Bu iki âlem aynı cinsten olmadığından, sağlıklı bir kıyas yapmak mümkün değildir, ancak bazı misallerle akla yakınlaştırılabilir. 

Bu kâinatta gördüğümüz nesneler Allah’ın isimlerinin tecellileri, belki de tecellilerinin tecellileridir. 

Bediüzzaman “Cenâb-ı Hakkın Esma-i Hüsnasının had ve hesaba gelmez türlü türlü tecelliyatı vardır. Mahlûkatın tenevvüleri (çeşitleri) ve ihtilâfları (farklı olmaları), o tecelliyatın tenevvülerinden ileri geliyor.” (Mektubat, s. 486) Yani gözle görülsün veya görülmesin, makro veya mikro âlemden olsun, her madde dediğimiz şey, Allah’ın isimlerinin tecellisinin değişmesidir.

İşte kâinattaki maddelerin çeşit ve sayılarını düşünün, Esma-i İlâhideki tecellilerin çokluk, çeşitlilik ve büyüklüğünü mukayese ediniz. Allah çok çok büyük olduğundan, maddî şeylerle kıyaslanması ve sayılarla sınırlandırılması mümkün değildir. Allah’ın 99 isminin olduğunu biliyorduk, sonra Bediüzzaman’ın açıklamaları ile 1001’e çıktı, elbette bu kadar büyük Allah, 1001 ile sınırlandırılamaz. Demek ki Allah’ın mahlûkattaki tecellisinin sınırsızlığı kadar, isimlerinin tecellisi de sınırsızdır. Işığın bir elmas parçasındaki yansıması ile camdaki veya prizmadaki yansıması farklıdır. İşte Allah’ın isim ve sıfatlarının mahlûkatında bu şekildeki tecellileri de, her ismine göre değişiyor, bir ismin tecellisi farklı oluyor, diğer ismin tecellisi farklı oluyor. Nasıl ki bugün, fen ilimlerinin geldiği noktada, insanlar enerjinin yoğunlaşarak maddeye dönüşmesini araştırıyorsa, aynı şekilde Allah’ın isimlerindeki cilveler de değişerek, nasıl renkli çiçeklere, güzel böceklere ve kelebeklere dönüştüğünü düşünebiliriz. “Esma-i İlâhiyenin nasıl ki tecelliyatı, Arş-ı Azam dairesinden ta bir zerreye kadar cilveleri var ve o esmaya mazhariyet de o nisbette tefavüt eder (farklılık gösterir). Öyle de mazhariyet-i esmadan ibaret olan meratib-i velâyet dahi öyle mütefavittir.” (Mektubat, s. 757) 

Allah’ın yarattığı hiçbir şey birbirinin aynı değildir. Birbirinin aynı olan ot da yoktur, yaprak da, hücre de. 

Bediüzzaman’ın ifadesi ile, yaratılan her şey, bir öncekinin ne aynı ne de onun gayrıdır. Yani ne bütün bütün aynıdır, ne de bütün bütün başkadır. Aynen bunun gibi, hiçbir velinin derecesi de diğer veliyle aynı değildir. Her birinin derecesi makamları birbirinden farklıdır. Çünkü her bir velide tecelli eden esmanın mertebesi yani tecellisi farklıdır, bunun gibi sıfatlarının mertebesi de farklı oluyor. 

Bugün modern fen bilimleri her şeyin veya sicim teorisi denen ve bütün maddî varlıkların bu küçük sicimlerin birleşmesi ile oluştuğunu söylüyorlar. Yani her şey bir şeyden oluyor. Madde enerjiye dönüşüyor, belki ileride enerji de maddeye dönüştürülebilecektir. İşte madde enerjiye dönüşünce maddelikten çıkıyor. Demek ki madde yok olmuyor, çünkü mutlak yokluk yoktur, yani Allah’ın ilminin dışı yoktur ki, mutlak yokluk olsun. Öyle ise görünüşte yokluğa giden madde, Allah’ın ilminin içindeki kısımdan bir yerden bir yere gidiyor, mutlak manada yok olmuyor. Demek ki madde denen şeyler, Allah’ın ilminde vardır, ilimden kudrete çıkmıştır. Nasıl ki madde yokluktan varlık âlemine çıkıyor veya bizim anlayışımızla enerji yoğunlaşıp maddeye dönüşüyorsa o şekilde Allah’ın isimlerin tecellilerinden de çeşitli varlıklar oluşuyor. 

Bediüzzaman “Bütün mevcudâtın hakàikı, bütün kâinatın hakikati, esmâ-i İlâhiyeye istinad eder. Herbir şeyin hakikati, bir isme veyahut çok esmâya istinad eder. Eşyadaki san’atlar dahi, herbiri birer isme dayanıyor” (Sözler, s. 1020) diyor. Buradan anlıyoruz ki bazı maddelerde Allah’ın bir isminin tecellisi görünürken, bazılarında daha fazla ismin tecellisi bulunuyor. Kâmil insanda ise (Peygamberimiz [asm] gibi) bütün isim ve sıfatlarının tecellisi görünür. İşte bir insanda bu isim ve sıfatların tecellisi ne kadar fazla ise ve aynı zamanda ne kadar fazla inkişaf ediyorsa, o insan o kadar kemale ermiştir. İnsanın kâinatın çekirdeği olması ve kâinata denk tutulmasının sırrı budur. 

“İşte, hakàik-ı eşyanın esmâ-i İlâhîyeye dayandığını ve istinad ettiğini, belki hakiki hakàik o esmânın cilveleri olduğunu ve herşeyin çok cihetlerle, çok dillerle Sâniini zikir ve tesbih ettiğini anla.” (Sözle, s. 1028) Buradan da anlıyoruz ki bütün mahlûkat esma ve sıfatların tecellisi olduğuna göre, kâinattaki her şey birer âyet yani Allah’a delildir ve namazda şahadet parmağımızı kaldırdığımız gibi, her şey O’nu gösteriyor ve O’nu tesbih ve zikir ediyor.

Bunlar birer kıyastır, maddenin enerjiye dönüşmesini düşündüğümüz gibi, bu kâinatta gördüğümüz her şeyin de Allah’ın bir isminin yansıması veya tecellisi olduğunu düşünebiliriz. 

Âlem-i gayb ve şehadet de bu şekilde, gerçek bir çiçek ile bu çiçeğin aynada yansıması arasındaki fark gibi düşünebiliriz. Âlem-i gaybı gerçek çiçek, âlem-i şehadeti ise aynadaki yansıması gibidir. Veya her iki âlem, bir menzilin iki odası gibidir; Allah birini kapar, diğerini açar. Gaybı ancak Allah bilir.

Okunma Sayısı: 2622
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı