Eğer, araya giren “iftirak fitneleri” olmasaydı, bugün onu, bir çoğunuz tanıyor olacaktınız. Ama maalesef, işte o fitneler, eski birçok kahraman mensuplarımızı tanınmaz ve birbirine yabanî yapmıştır.
Bu aziz cemaate, iftirakların en büyüğünü, 1980 ihtilâl-i hâinanesi yapmıştır. Ondan öncekiler çok kayda değer değildi. Ama o iftirak, bizlerin mabeyninde, bayağı bir yara açmıştır.
1980 ihtilâlinden hemen sonra, Erzurum YSE Bölge Müdürlüğünde çalışıyoruz. Herkesin, korkudan neredeyse evinden çıkamadığı o günlerde, hepsi de idareci olan dört ağabeyimizle beraber, hem de lojmanda, münavebeli olarak, Risale-i Nur sohbeti yapıyoruz. Üstelik de, lojmanımızda sıkıyönetim savcıları da ikamet etmesine rağmen aldırmıyoruz şükür.
O günlerde, hem 82 Anayasasının, hem ihtilâlcilerin orada devamlı “konsey üyesi” unvanıyla oturmaları, hem de Kenan Evren’in Cumhurbaşkanı olması için oylama yapılacak. Millete, “evet” oyu vermeleri için, çeşitli entrika ve dümenlerle baskı yapılıyor. İhtilâlciler uyanık. Milletin ağzına bir parmak bal çalmayı da ihmal etmiyorlar. Okullara mecburi din dersi koymayı kararlaştırıyorlar. Maalesef, bu tuzağa düşen bazı kimseler de, onlara hoş bakıp, “evet” oyu verilmesini istiyor.
O gün, Erzurum’da esen o hava bizim o kendi aramızda yaptığımız sohbete de aksediyor. Genellikle dersleri yapan bir ağabeyimiz, bu din dersleri meselesinin çok mühim olduğunu söyleyip, “evet” oyu verilmesini söylüyor. Tabiî herkes fikrini söylüyor. İşte orada, biraz filozof hâlleri olan mudakkik Yüksel Sarmaşık, Erzurum şivesiyle şöyle diyor. “Gardaş, M. Kemal’de Erzurum’a gelende, (geldiğinde) aba-yı ecdadımız (babamız-dedemiz), onu İstanbul Kapı’da (Erzurum’un, İstanbul cihetinden batı tarafından giriş kapısının olduğu yer), sanki Hazreti Halid (Halid bin Velid) geldi diye karşılamış. Sonradan yaptığı icraatlar belli. Bunlar da, sakın ola aynısını yapmayalar” Ve onun o çıkışına herkes şaşırdığı gibi, ben onun o sözlerini, otuz beş sene geçmesine rağmen hiç unutmamıştım. Ve onun ileriyi gören o tesbiti de, birkaç sene sonra tahakkuk etmişti.
Daha sonra Bursa’da yine beraber olduk. Yine aynı lojmanda komşuluk yaptık. Epey bir müddet Yeni Asya aboneliğini de devam ettirmişti. Mahalle sohbetlerini de, birkaç sene beraber yaptık. Tabiî, araya giren bazı yine iftirak temelli hadiseler neticesi, ayrı sohbetler yapsak da, arada bir, bizim vakfımıza gelirdi. Bursa’da, eski arkadaşlarımızdan, onu tanıyanlar da vardır.
İşte, bu muhterem ağabeyimiz, senelerdir çektiği prostat kanseri yüzünden bir iki senedir, yürüyemez duruma düşmüştü. Hastalıkları ilerleyince özel bir bakım evine yatırdılar. Bir kaç ay orada yattıktan sonra, geçtiğimiz haftalarda rahmet-i Rahmana kavuşmuştur.
Allah rahmet eylesin, makamı cennet olsun!