Bu hafta başında, evvelâ Diyarbakır’ın kahramanlarından Askerî Yıldız Ağabey’in, sonra da Said Özdemir ve Kırkıncı Hoca için duâ isteniyordu.
Aynı akşam, Mehmed Kırkıncı Hoca’nın vefat ettiği haberi geldi. Allah rahmet eylesin. Yine, hafızamızı maziye yolladık. Kırkıncı Hoca’mızla olan muarefe ve münasebetlerimizi hatırlamaya çalıştık.
1970 senesinde Kırkıncı Hoca’yı Ankara’da bir Nur sohbetinde tanıdık. Kendine has bir üslûbu vardı. Yanında olan biri Risalelerden okur, o da îzah ederdi. Okumayı da genellikle, Vahdet Yılmaz, Alâeddin Başer gibi zatlar yapardı.
Üstadın siyasî görüşlerini iyi anlar, anlatırdı. Hatta kafası karışanları da, o senelerde onun yanına yollarlardı. Kitaplarından biri de “Siyasî Tesbitler”di.
Üstadla, sağlığında görüşen bahtiyarlardandı. Çok nüktedandı. Bir ağabeyimiz anlatmıştı: 1960 ihtilâlinden sonra Nurcu olmalarından dolayı, arkadaşlarıyla beraber yakalanıp Sivas Cezaevi’ne gönderilir. Orada, şimdiki Alevî dedelerinden İzzeddin Doğan’ın babası Hüseyin Doğan da bulunmaktadır. Kırkıncı Hoca onun ranzasının üstünde yatmaktadır. Tanışır, konuşurlar. Namaz vakti gelince Kırkıncı Hoca ona der ki “Efendi, haydi gel cemaatle namaz kılalım.” O da cevaben “Efendi, bizim namazımız kılınmıştır. Hz. Ali bizim namazımızı kılmıştır” der. Ertesi gün namaz vaktinde hoca ranzasında uzanmaktadır. Arkadaşları namaz hazırlığına başlar, ama o hâlâ ranzasındadır. Alevî dedesi der ki, “Efendi, senin arkadaşlar namaz hazırlığı yapıyor seni bekliyor?“ Hoca, “Yok ben bugün namaz kılmayacağım“ der. Dede şaşırır ”Niye ki hoca efendi?” Tabiî hoca hemen taşı gediğine koyar: “Efendi, hani Hz. Ali sizin namazınızı kılmış ya, ben Hz. Ali’yi sizden çok severim. O zaman benim de namazımı kılmıştır.” Tabiî, dede utanır ve kalkıp onlarla namaz kılar.
1980 senesinde, ağabeyim yedek subay olarak Erzurum’un, Pasinler (Hasankale) kazasında askerlik yapmıştı. Birkaç ay geçince, rahmetli annem ağlamaya başlamıştı. Ben de; annemi ve kız kardeşimi alarak tren ile Hasankale’ye gitmiştik. Erzurum’u annem ve kardeşim görmediğinden, onları Erzurum’a da götürmeyi istedim. Bir ağabeyimiz dedi ki; “Ben Çarşamba günleri Erzurum’a gidiyorum, sizi de götüreyim.” Ve gittik. “Ben sizi Selimiye (veya Süleymaniye) dershanesine bırakayım, Kırkıncı Hoca oradadır. Erzurum’u gezin, ikindide burada buluşur gideriz” dedi. Anlaştık. Ben Kırkıncı Hoca ile görüşmek için dershanenin kapısını çaldım. Kapıyı açanlara niyetimi söyledim. “Kardeş, hocam ağır bir grip geçiriyor, kimse ile görüşmeyi kabul etmiyor” dediler. Ben de, “Ankara’dan Osman Zengin gelmiş deyin” dedim. Biraz sonra “Hocam sizi bekliyor” cevabıyla geldiler. İki saat kadar bir çok meseleyi konuştuk. İhtilâl de yeni olduğundan, onun hakkındaki görüşlerimi sordu. Ben de, saygı gösterip, “Siz daha iyi bilirsiniz hocam” dedim.
Sohbet sonunda bana dedi ki, “Osman kardeş, evlendin mi?“ “Yok hocam, daha okul yakında bitti. Çok hazırlıklı değilim” dedim. “Olsun, bizim kızlarımız kanaatkârdır. Seni buradan evlendirelim” deyip, kendilerini tanıdığım iki kardeşin bacılarına bakmaları için, annemlerin, Zeyneb Münteha Polat’ın dersine gitmelerini söyledi. Tabiî neticede, onun tavsiye ettikleri değil de, Münteha Hanımın tavsiyesi üzerine (hiç aklımızdan geçmezken), Erzurum’dan evlenmiş olduk.
Allah; Kırkıncı Hoca’mıza rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.