Hadiseyi dün gibi hatırlıyorum.
1977 senesiydi zannedersem, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Namık Kemal Ersun’un ihtilâl hazırlığı içinde olduğunu öğrenen, yine dönemin başbakanı Süleyman Demirel, onu erken emekli ederek, yerine; beş vakit namazını kılan, dindar bir kişi olan 3. Ordu Komutanı Ali Fethi Esener’in Kara Kuvvetleri Komutanı olması için kararname hazirlayıp, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e yollar. Fakat, Korutürk de Esener’in dindar olduğunu bildiği için ve kararnameyi imzalamayarak, o da 1. Ordu Komutanı Adnan Ersöz üzerinde inat ve israr eder. Neticede 30 Ağustos tarihine kadar devam eden ve “Hükümetin de, Cumhurbaşkanının da istifa tehditleriyle” de devam eden bu müddetin sonunda her iki komutanın da emeklilik tarihleri gelir ve ikisi de, Kara Kuvvetleri Komutanı olamaz. Onların yerine, hiç alâkası yokken ordu kumandanı Kenan Evren Kara Kuvvetleri Komutanı olur. Hani, Anadolu tabiriyle ortada yatıp başta bulunur. Ve böylece de, ilerideki ihtilâlin baş aktörü tesbit edilmiş olur.
Tabiî, dindar ve ihtilâlci kafa yapısında olmayan Ali Fethi Esener Paşa Kara Kuvvetleri Komutanı olamayıp, yerine Evren olunca, ilerinin Genelkurmay başkanı da o olur ve hemen kolları sıvayarak, ihtilâl hazırlığına başlar. 1978’de “mükerrer oy hilesi” ve çeşitli hileler ile hükümeti ele geçiren Ecevit’in, memleketi yokluk ve kıtlığa sokması dolayısıyla Evren ve ekibi, daha sonraki Demirel hükümetinin iş başına gelir gelmez ihtilâl yapmak ister. Fakat kendi tabirleriyle “tankları yürütecek benzin” bile yoktur o tarihte. Hükümetin 8-9 ayda benzini v.s yi sıkıntıdan kurtarmasından sonra, Netekim Paşa ve ekibi, malûm ve meş’um, bu milletin en büyük sıkıntılarından birine sebeb olan 12 Eylül 1980 ihtilâlini yaparlar.
O gün Cuma’dır. Babam selâmetlik, beni namaza uyandırmak için gelir, ”Osman kalk oğlum, ihtilâl olmuş! Bu mendebur herifler yine ihtilâl yapmış” dedi. Tabiî yataktan hemen fırlayarak namazı kılıp ‘radyo ve TV’leri takip ettik. Yine Hasan Mutlucan kahramanlık Türküleri okuyordu. Milletin başına büyük bir darbe vurulmuş, her şey alt üst olmuş, Türkiye en az elli sene geriye gitmişti. Milleti “geriye” götürdüler diye suçlayanlar en büyük “gericiliği” yapmışlardı.
Geç kalmış talebelik günlerim aklıma geldi. Bir türlü huzur içinde okuyamamıştık, hep anarşi, hep kargaşa. Okula grup halinde gelen sol ve ülkücü gruplar aklıma geldi. Onların, yani iki grubun da önünde yürüyen, yaşı biraz büyük olan birisi dikkatimizi çekerdi, ihtilâlden sonra öğrendik ki, o kişi bir yüzbaşıymış.
ihtilâli olgunlaştırıp, binlerce masumun kanına giren bu ekip, Nur Cemaatinin de, en büyük darbeyi almasına sebeb olmuştur. Ondan sonra da her türlü zulmü, haksızlığı irtikâp etmişlerdir. Sağdan da, soldan da adam toplayarak hapislere tıkmış, zulüm etmiş, öldürmüşlerdir. Diğer vilâyetlerdekilerin yanında, Diyarbakır Hapishanesindeki zulüm göklere çıkmış, o zulümlerin intikamıyla PKK’nın da tohumları atılmıştır.
Nice saçma sapan ve haksız zulümler yapmışlardır. Hem lise, hem de üniversiteden bir arkadaşım vardı. Saf bir Anadolu çocuğu. Ülkücü ayağında işte. Birgün öğle 13 haberlerini dinlerken bir bakıyor, idam edilecekler listesinde ismi var. Çocuk şok oluyor, (bilmiyorum, ama hâlâ da ilâçla yaşıyordur galiba.) Suçu da şu: Bir arkadaşında tabanca varmış. O zaman yurtta kalıyormuş. İhtilâlden sonra korkmuş, buna demiş ki “ya senin evin var tabancayı vereyim de sakla.” O da, bir şey olmaz diye saklıyor, fakat tabanca bulunuyor ve arkadaş idam ile itham ediliyor.
Daha onun gibi binlerce hadiseler var. Hele bir simitçi hadisesi var ki, tam akıllara durgunluk veren cinsten. Askerî aracın içine doldurdukları gûya suçluları götürürken komutan merkeze telsizle bildirdiği sayıdan bir kişi eksik olduğunu anlayınca, kaldırımda simit satan birini de alıp hapishaneye götürmüş.
Hemen ihtilâl sonrasında Erzurum’da bir sıcak Ramazan gününde “Evren Paşa gelecek” diye, hem biz devlet memurlarını, hem de talebeleri zorla havuzbaşına götürmüşlerdi. Paşa yine desteksiz atıp tutmaya başladı ve kendisinin Hocaoğlu olduğunu söyledi. Mübarek günde herkesin orucunu hiçe sayarak bir bardak suyu tepesine dikince, herkes meydandan ayrılmıştı.
Duyduk ki, Netekim Paşa ölmüş. Ölenin arkasından pek kötü konuşulmaz. Ama, bu ve bunun gibilerin arkasından her halde iyi şahidlikte de bulunulmaz. Buraya kadarmış saltanatı. Bakalım oradakiler seni nasıl karşılayacak?