"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Dört mezhebin içtihatları tükenmez bir define

Prof. Dr. İlyas Üzüm
27 Aralık 2023, Çarşamba
Bediüzzaman, büyük çoğunluğu Müslüman olan toplumun temsilcilerine (Osmanlı mebuslarına) hitap eden beyanında, teşri çalışmaları sırasında Kur’an ve Sünnetin ahkâmından çıkardığı adeta tükenmez hazine, bitmez define hükmünde olan “dört mezhebin içtihatlarından” yararlanmalarına dikkat çekmektedir.

—Dünden Devam—

Yasama Faaliyetleri ve “Dört Mezhep”

Adı ya da mahiyeti ne olursa olsun bütün siyasi otoritelerin temel amacı toplumda düzen ve güveni sağlamaktır. Bu da adaletin ve adalete dayalı kanun ve kuralların mevcudiyetine ve uygulanmasına bağlıdır. Kanun yahut yasa “devletin toplum hayatını düzenlemek maksadıyla koyduğu yaptırımlı kurallar” demektir. Kamu otoritesi ya da -bu bağlamda- devlet kanun koyma fonksiyonunu yasama faaliyeti ile gerçekleştirir. İslam’da bu faaliyet “teşri” adıyla anılır ve iki anlama gelir. İlki “hüküm koymak”, ikincisi ise mevcut ilkeler çerçevesinde, yeni karşılaşılan olayların hükmünün, belli ilkelerden hareketle ve belli metotların kullanılması suretiyle bulunması ve ortaya çıkarılmasıdır. İkinci anlamı itibariyle teşri bir içtihat faaliyeti olup “mezhepler” burada karşımıza çıkmaktadır10. Zira Kur’an’da doğrudan “şer’î ahkam” kategorisine giren hükümler -İslam’ın evrenselliği ve toplumlara geniş alan bırakması dolayısıyla- sayıca oldukça sınırlı olup nassların belirlemediği geniş alan mezheplere yani içtihatlara bırakılmıştır. Mezhepler Kur’an ve Sünnetin temel prensiplerini dikkate alarak içtihatta bulunmak suretiyle hukuk kuralları tespit etmiş, bunlar siyasi otorite tarafından kabul edilip tatbikata konulduğunda kanun vasfını kazanmıştır. Daha önce ferdi düzeyde içtihatlar yapılmışsa da fıkıh mezheplerinin teşekkülü ile birlikte teşri çabaları mezhepler tarafından gerçekleştirilmiş ve sonuçta çok zengin bir birikim ortaya konulmuştur. Bu noktada içtihadın “semavî olan Şeriatın ahkâm-ı mestûresini izhar etmek” demek olduğu için semavî bir nitelik taşıdığı belirtilmiştir11.

Demokrasinin varlığından söz etmek

Bugün demokratik sistemlerde yasama faaliyeti belli süreçler dahilinde parlamento vasıtasıyla yapılmaktadır. Milletvekilleri toplumun iradesi, uzmanların tespit ve bulguları ışığında yapılan hazırlıklar istikametinde yasama faaliyetine iştirak etmekte ve kabul edilen yasalar icranın uygulamaya koymasıyla yürürlüğe girmektedir. Bu bağlamda Bediüzzaman’ın meşrutiyetin/demokrasinin üç unsurundan bir olarak  zikrettiği “meşveret” yahut “şûrâ” bir bakıma meclise, yani parlamentoya karşılık gelmektedir. Dolayısıyla saltanat rejiminde yasama, hakimiyeti elinde tutan monarkın uhdesinde iken demokraside halkın seçtiği parlamenterler üzerinden topluma ait olmaktadır. Burada-Müslüman toplum özelinden ifade etmek gerekirse- merkezî nokta milletvekillerinin yasama çalışmaları yaparken temsil ettikleri toplumun değerlerini dikkate alan bir yaklaşım sergilemeleridir. Şayet resmî otorite buna imkan tanımaz ve yasamanın kaynağı olarak toplum değerlerinin ve taleplerinin dikkate alınmasına izin vermezse -tanım gereği- burada “demokrasi”nin varlığından söz edilemeyeceği aşikardır.

“İslam dinine cinayet”

İşte Bediüzzaman büyük çoğunluğu Müslüman olan toplumun temsilcilerine (Osmanlı mebuslarına) hitap eden beyanında, teşri çalışmaları sırasında Kur’an ve Sünnetin ahkâmından çıkardığı adeta tükenmez hazine, bitmez define hükmünde olan “dört mezhebin içtihatlarından” yararlanmalarına dikkat çekmektedir. Böyle zengin bir hazineden yararlanmayıp ahkamda Avrupa’ya dilencilik yapmanın, kendi ifadesiyle- “İslam dinine cinayet olduğu”nu kaydetmektedir. Bu çerçevede o, meşrutiyet/demokrasi içinde, her türlü kanunlaştırma çalışmalarına dört mezhebin “sarahaten”, “zımnen” veya “iznen” müsait olduğunu dile getirmektedir. Kanaatimizce, müellifin burada “sarahat” ile kast ettiği nasslarda açıkça yer alan ve mezheplerin de o doğrultuda yorumlayıp altını çizdiği temel prensiplerdir. Nitekim müellifin meşrutiyetin/demokrasinin tanımı olarak zikrettiği “adalet”in ikamesi hakkında birçok “sarih” beyan olduğu gibi, yine diğer bir unsuru olarak zikrettiği “meşveret”in gerçekleştirilmesini de “sarih” olarak beyan eden ayet ve hadisler vardır. Bütün mezhepler temel usul bakımından Kitap ve Sünneti esas aldıklarından dolayı adalet ve meşveretin “sarih yorumu” mahiyetindeki bütün demokratik yaklaşımların mezheplerden “sarih” olarak onay alacağı muhakkaktır. Bunların detaylarına ait düzenleme ve uygulamalar bu kavramların “tazammun”unu içinde kalmak şartıyla mezheplerden “zımnen”, bunlara aykırı olmayanlar ise “iznen” onay almış olurlar. Mesela bugün demokrasilerde adil yargılamanın esasları çerçevesinde ortaya konulan; yargının siyasi otoritenin etkisinde kalmaksızın bağımsız şekilde işlemesi, hak arama yollarının sonuna kadar açık olması gibi pek çok prensip “adalet” kavramının tazammununda bulunduğu için “zımnen”, toplumlara ve dönemlere göre esnekliği bulunan kurumlar ve kurumsallaşmalar ise müsaade bakımından yani “iznen” onay alır. Aynı şekilde diğer bir örnek olarak nassların altını çizdiği “meşveret” yani toplum iradesinin devreye girmesi demokrasilerde “seçime dayalı meclis” olarak dört mezhepten “sarahaten” onay alır. Ancak toplumun nasıl bir oran ve sayı ile meclise yansıyacağı yahut hangi seçim modellerinin uygulanacağı gibi hususlar “meşveret” kapsamının tazammunu kapsamında olduğu için “zımnen”, bu kapsama aykırı olmamak şartıyla diğer ayrıntılar ise “iznen” onay alır, denebilir. 

Burada şuna da işaret edilmelidir ki, Bediüzzaman yukarıda değindiğimiz “Mebusâna Hitap” yazısında milletvekillerine şunu da söylüyor: “Evet, Avrupa’dan ahz u iktibasa muhtacız. İhtiyacımız idare-i mülk ve tanzim-i kuvâ-yı harbiye-i bahriyeden ve fünûn-u sanayiden işimize yarayanlardır (dinimizin emriyle).”12 Açıkça anlaşılıyor ki Bediüzzaman’a göre, dinimizin de emri olarak devlet idaresi, deniz-harp kuvvetlerinin tanzimi, savaş teknikleri, sanayi alanındaki gelişmeler gibi konularda Avrupa’dan bilgi ve teknikleri almak zorundayız. Çünkü bu konulardaki bilgi, düzenleme ve teknikler Allah’ın diğer bir şeriatı olan “kevnî şeriat”a dayandığı için aynı zamanda müminlerin malıdır, alınmalı ve uyulmalıdır.

“Mecelle” örneğini aşan ufuk

Bediüzzaman söz konusu görüşlerini tarihi bir vakıa ile temellendirmek üzere Mecelle’ye atıf yaparak şöyle demektedir: “Meşrutiyetteki hakaikı ve kanun-ı esasideki ahkamı daha mükemmel, daha vâzıh, Şeriat-ı Garra’dan istihrac ve tanzim etsinler; nasıl ki az bir himmetle Mecelle-i Ahkam’ı tanzim ettiler.”13 Bakıldığında, gerçekten Mecelle’nin çok güzel bir örnek olduğu görülmektedir. İslam hukuk tarihinde fıkıh kitapları aynı zamanda kanun kitapları gibi değerlendirildiği için ayrıca kanun kitapları tarzında çalışmalar yapılmamış, ancak gelişen şartların zorlamasıyla buna ihtiyaç olduğu ortaya çıkınca 1868 yılında Ahmed Cevdet Paşa’nın başkanlığında devrin ileri gelen alim ve fakihlerinden oluşan bir komisyon kurulmuş, komisyon yedi yıllık bir çalışma süreci içinde “Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye” adıyla anılan medeni kanun metni hazırlamaya muvaffak olmuştur. Başında fıkhın tarifi ve 99 külli kaideden oluşan mukaddimeden sonra, 16 kitap halinde 1851 maddelik bu çalışma İsviçre’den Medeni Kanun’un alındığı 1926 yılına kadar uygulamada kalmıştır14.

Burada Bediüzzaman’ın önce “dört mezheb”e, sonra da pratik bir örnek olarak Mecelle’ye yaptığı göndermede büyük bir ufkun bulunduğu müşahede edilmektedir. Zira Mecelle’nin hazırlanmasında sadece Hanefi fıkhı 

esas alınmış, en çok mezhep içi tercihler yapılarak yetinilmiş, mezhepler arası tercihler yapılmamıştır. Bediüzzaman ise “mezâhib-i erbaa”dan söz etmekle yapılacak çalışmaların sadece mezhep içi tercihlerle sınırlı kalmayıp dördü de hak olan mezhepler arası tercihlere göre yapılmasına işaret etmektedir. Böyle bir yaklaşımın uygulamada ne kadar geniş bir sahayı içine alacağını kestirmek zor değildir. Bunun yanında İslam fıkhının dinamizmi, mezheplerin ana kaynaklarla beraber makâsıd, maslahat, örf gibi geniş açılımlar sağlayan diğer deliller ya da istihraç teknikleri düşünüldüğünde gerçekten ahkamda başka inanç ya da kültürlerden kanun talebinde bulunmanın cinayet hükmünde olduğu aşikar olarak görülmektedir.

Sonuç olarak farklı siyasi dönemleri yaşayan Bediüzzaman’ın her dönemde adalet, meşveret, kanun hakimiyeti, hürriyet gibi merkezî kavramlara vurgu yapması ve bunların “ruhunun İslam’dan olduğunu” söylemesi, detayının dört mezhep içtihatlarınca temellendirilebilir olduğunu belirtmesi demokrasi ve hürriyetin geliştirilmesi adına bugün hem ülkemiz, hem de İslam dünyası için çok önemli mesajlar taşımaktadır.

Dipnotlar:

10- Muammer Vural, “Yasama Kavramı ve Yetkisi Açısından Pozitif Hukuk ile İslam Hukuku Arasında Bir Mukayese, AÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Erzurum 2001, sy. 36, s. 11

11- Said Nursi, Sözler (İstanbul 2020, YAN), s. 457.

12- Said Nursi, Eski Said Dönemi Eserleri, s. 34.

13- Said Nursi, Eski Said Dönemi Eserleri, s. 31.

14- Ahmet Şimşirgil-Ekrem Buğra Ekinci, Ahmed Cevdet Paşa ve Mecelle, İstanbul 2008 (KETEBE Yayınları), s. 49 vd. 

—SON—

Okunma Sayısı: 2607
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • S.topuz

    28.12.2023 05:34:34

    ..."Hürriyeti, âdâb-ı şeriatla takyid ediniz. Zira cahil efrad ve avam-ı nâs kayıdsız hür olsa, şartsız tam serbest olsa, sefih ve itaatsız olur. Adalet namazında kıbleniz dört mezheb olsun. Tâ ki, namaz sahih ola. Zira hakaik-i meşrutiyetin sarahaten ve zımnen ve iznen dört mezhebden istihracı mümkün olduğunu dava ettim. Ben ki, bir âdi talebeyim. Ulemaya farz olan bir vazifeyi omuzuma aldım, demek cinayet ettim ki, bu tokadı yedim." Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı Tarihçe-i Hayat - 65

  • Hüseyin Şahin

    28.12.2023 00:00:16

    İslâm hukukunun zenginliğini ve sürekliliğini, özellikle de güncelliğini koruduğunu ifade ve izah eden yazınız çok faydalı olmuştur. Tebrik ve teşekkürlerimi ifade ediyorum...

  • ahmet

    27.12.2023 10:21:35

    Çok teşekkürler hocam güzel bir çalışma olmuş. Konunun devamını bekleriz. Selamlar.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı