Her an haberler ile iç içeyiz..
İç haberler,
Dış haberler,
İyi haberler,
Kötü haberler...
Hayatımız sürprizlerle dolu değildir.
Zaten “sürpriz” diye bir hâdise yoktur.
Hayatımız İlâhî bir programdır.
Ne ileri ne de geri bir adım atılamaz.
Kaderden gelen bir musîbet taşına maruz kaldığımız zaman, imanımızın derecesi meydana çıkar.
Hani Bediüzzaman ne demişti:
“Aklı başında olan insan, ne dünya umurundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz. Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor.”
Aklımız başımızda mı?
Yoksa başka yerlerde mi?
Haberler buna bağlı..
Şimdi oruçlu muyuz?
Kulağımız ezan da mı?
Ne Amerika,
Ne Rusya..
Biz ne âlemdeyiz?
Hizmetlere katkılarımız nasıl?
Hizmetin neresinden tutuyoruz?
Şunu hatırlıyor muyuz?
“Kardeşlerim! Siz katiyyen biliniz ki Risale-i Nur ve şakirtlerinin meşgul oldukları vazife ruy-i zemindeki bütün mesailden daha ehemmiyetlidir. Biliniz ki elinizden kaçmasın.”
İşte haber bu …
Talebe miyiz?
Kardeş miyiz?
Naşirlerden miyiz?
Dost muyuz?
Sahiplerden miyiz?
Varislerden miyiz?
Haslardan mıyız?
Hasların haslarından mıyız?
Bu kategorilerden kendimize bir yer bulabildik mi?
İşte burada “Ben de şuradayım“ diyorsanız bahtiyarsınız..
Vazifemiz ulvîdir..
Bütün haberlerimiz bu mihver üzerinde dönmelidir.
Tersini düşünmek dahi insanı titretiyor.
Himmetimiz kadar talebeyiz.
Gayretimiz nisbetinde bir makama sahibiz.
İşte görüyorsunuz Dünyevî haberleri.
Sanki yaşadığımız yer kürede hiç olumlu işler yapılmamış gibi, menfi şeyler âleme ilân ediliyor.
Bizim haberlerimiz iyidir.
Kulağımız daima minarelerden okunan ezanla ilgilidir.
Ve akşam patlayacak iftar topundadır.
Haberleri okudunuz,
Buluşmak üzere,
Allah’a amanet olunuz...