Türk milleti yüz elliye yakın devlet kurdu.
Mekke’de doğan İslâmiyet güneşi, sonra kıt’alara ve devletlere ulaştı..
Bu ses kâinatın Yaratıcısının sözünü ve Peygamberini (asm) duyurma, dünya ve ahiret hayatının manasını anlama ve dinleme sesi idi. Türk milleti bu sese kulak verdi.
Nerede Türk varsa Müslüman oldu. Müslüman olmayanlar ise Türklükten dahi çıktı.
Çünkü; İslâmiyet her bir mü’mini bir anadan doğan kardeşler olarak kabul etti.
Yiğitlik ve mertliğin gerçek manası o zaman kemalini buldu.
Bir çok komutan ve askerler yetişti.
Şehit oldular, gazi oldular. Bin yıl devlet hayatını devam ettirdiler.
Kur’ân’ın övgüsüne, Peygamberimizin (asm) sevgisine mazhar oldular.
Kıt’alardan kıt’alara, ülkelerden ülkelere zaferler götürdüler.
Bu büyük bir ihsan ve faziletti.
Sonra hiç arzu edilmeyen mağlûbiyetler yaşandı.
Ülkelerimiz bir bir elimizden çıkmağa başladı.
Elimizde sadece Anadolu kalmıştı.
Onu da alıp bizi başıboş bırakacaklardı.
Ama bunu yapamadılar.
Bu millet tekrar canlandı ve Anadolu’yu vatan haline getirdi.
Bu millet yeniden hayat buldu. Düşmanın hıncı ve hırsı bitmemişti.
Bu defa maneviyat yönünden bizleri yıkmak istediler.
İçte bazı taşeronlar buldular, ama yine başaramadılar.
Bu millet onu da yenmeyi bildi.
Sonra PKK’yı başımıza musallat ettiler. İnşallah bununlada da başarılı olamayacaklardır.
Bu millet başka milletlere benzemez.
Bir ölür bin diriliriz. Yeter ki benliğimizi yitirmeyelim, kimliğimizi kaybetmeyelim…
Dinden koptuğumuz zaman zaferleri yakalamamız zordur.
Çünkü Bediüzzaman’ın ifadesi ile “Din hayatın hayatı, hem ruhu hem esası, ihyayı din ile olur şu milletin ihyası.”
O zaman, zaferler hep devam edecektir.
Zafer sadece toprak parçası kazanmak değildir…
Zafer, hidayet güneşinin kalplere yerleşmesidir.