Zahire / dışarıdan görünüşe göre hüküm vermek ve yaşamak, red veya kabul etmek zamanımızda sıradan, günlük kabul edilir, yaşanır hale gelmiştir.
Derler ya şekilcilik almış yürümüş. Bu hal zamanımızda sırtta taşınır bir metâ haline gelmiş. Herkes her işini, herkese göre yürüterek, “maymuncuk fikirliliği” marifet sayar, iş bitirmişlik olarak kabul edip bu yaptıklarıyla övünür olmuş.
Dindarlığın da şekilciliği zamanımızda ağır basıyor. Bakıyorsunuz racon kesmek için muskalar takılıyor, taşınıyor. Cevşen-i Kebir diye kolyeler, şekilli takılar boyunlara, gerdanlara asılıyor ve sallandırılıyor. Deriye, cildin görünen hemen her yerine dövmelerle âyetler ve duêlar kazdırılıyor, yazdırılıyor. Mushaf-ı şerifler insanların üzerinde bulundurulmaya çalışılıyor.
Sondan başlarsak, Kur’ân-ı Kerîm’i esas itibariyle üzerimizde bulundurmak ve taşımak yerine; Kur’ân’dan bir âyeti hayatımızda yaşamak ve bunu fiillerimizle gösterebilmek bizler için en esaslı ve tesirli bir hareket, eylem ve iş olacaktır.
Dışarıdan, hariçten hiçbirşey içerde yaşanarak benimsenmeden, özümsenmeden insan için etkin bir fayda sağlayamaz. Allah rızası için okunmayan ve manalarının derinliğine inilmeyen hiçbir duânın, velev ki Cevşen de olsa, filan duâ muskası da olsa tesiri ve faydası olmaz.
Önemli olan hiçbir şeyin dıştan görünüşü ve bilinişine takılıp kalmamak ve bunlarla ilgili hükümler vermemektir.
Duânın bir ubudiyet, kulluk olduğunu nazara alarak ve bilerek, Kur’ân âyetlerini fiiliyatımızla göstererek yaşamak, hiç bir kişinin ve olayın zahiri, dış görünüşüne takılmamak, kapılmamak ve aldanmamak bizler için hayatın vazgeçilmez birer düsturları, prensipleri olmalıdır.