İnsan fıtratı gereği acelecidir. Hemen hemen her işinde acele eder. Ve bu aceleciliği de daima başına sıkıntılı işlerin gelmesine sebep olmuştur.
İnsanın, bu acelecilik yüzünden yaptığı hatalar başkalarının da zorda kalmasına ve kızmalarına, küsmelerine ve bazen de uzun sürecek uzaklaşmalara sebep olmuştur.
Evet, herkes hata yapar. Hemen hemen hata yapmayan kul yoktur. Adeta kulluğu da hatalarıyla ortaya çıkar ve Allah’a yönelmeye, teslim olmaya, bağlılık ve itaate sebep olur.
Zaten Rabbimizin bizden arzusu da budur. Affedici olmak. Tövbeyi, istiğfarı yapmak. Suçu, hatayı, günahı yaptığımız andan itibaren nedamet etmek ve O’na (cc) dönmek ve iltica etmek...
Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de Cenab-ı Rabbül Âlem’in, Gafur-u Rahim olarak; Azap kelimesini 117 defa âyetlerinde bildirirken, mağfiret kelimesini onun iki katı, 234 defa âyetlerinde bizlere beyan etmiş ve ibretle okumamızı emretmiştir.
Af ve mağfiret yapılan hatalar, eksiklikler, yanlışlar ve işlenen günahlardan geldiği için bunların her birinin on katı merhamet, şefkat, acıma, nedamet ve mükemmeliyete, sevaplara sebep olurlar.
Bizlere mü’min ve muvahhid olarak geriye yapılacak ne kaldı? Af… Affetmek… Acımak ve merhamet etmek…
Sevmek… Sarılmak ve birbirine tesellidar olmak.
Bunların hiçbirisi yapılan hatalar, işlenen günahlar kadar zor ve sakil/ağır değildir. Yeter ki samimî bir tazarru, duâ ve istek olsun. Bu zamana kadar rahmet ve merhamet, af ve mağfiret kapısından kimler çevrilmiş ki; kimlerin duâları karşılık bulmamış ki; Gafur-u Rahim olan Cenab-ı Hakk’ın kapısından bizim isteklerimiz geri çevrilsin. Ümit yaşatır. Yeis ise öldürür.
Diriliğe talip olalım.