Bir babanın ve annenin özellikle de babanın evlâdı/çocuğu için hayır dilemesi ve hayır isteyerek ona eğitim vermesi çocuğun anne ve babası üzerinde bir hakkıdır. Anne ve babanın da çocuklarının İslâm fıtratı ve ahlâkı üzerine yetişmesini sağlamak bir vecibe, bir vazife ve kaçınılması zor fıtrî bir meyildir.
Edep para ile satılmaz… Ve çocuklara edep siparişle sağlanamaz. Ancak ve ancak mahiyeti, hedef ve gayesi bilinen bir eğitimle edebin de elde edilmesi veya edepsizliğe dönüşmesi gerçekleşebilir.
İyi, faydalı, ahlâkî, imanî ve Kur’ânî bir eğitim müsbet ve mükemmel bir netice verebilir. Aynı şekilde kötü, zararlı, gayr-i ahlâkî ve imansız, Kur’ân’sız bir eğitim de menfi ve istenilmeyen bir neticeyi, meyveyi verebilir. Burada edep ise müsbet ve faydalı, iyi, güzel, mükemmel neticelerdir.
Çocuğa edebi kazandırmanın ve öğretmenin en birinci tercih edilen eğitim yolu ise mükâfatlandırmakla ve cezalandırmaktan kaçınmakla olabilmelidir. Hani “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır…” diye eğitimde gayrimakul bir söz var ya!.. Bizler eğitim ve öğretimimizle evvelâ çocuklarımızı yılan gibi muzır görmeden onlara yaklaşabilmeli, yanaşabilmeli ve onlara arkadaş olabilmeliyiz…
Edebin kanunu budur: Ancak edebliler edebi öğretebilir ve edebin eğitimini verebilir. Burada sırası gelmişken asrın en edepli bediisi ve müceddidi olan Bediüzzaman Said Nursî’nin her zaman toplum mühendisliğine soyunan; kendilerine ve kendi ruhlarına hitap etmeyen gazeteciler için söylediği şu sözler edebi ve baki manidar sözlerdir: “Edipler edepli olmalıdır… Hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddip olmalıdır…”
Kendi nefsimiz için istediğimiz ve dilediğimiz edebi illâ ki; muhakkak bir surette çocuklarımız için isteyebilmeliyiz ve bu yolda imanlı, inançlı, İslâmiyetli ve Kur’ân’lı çalışmaları yapabilmeliyiz.
Dinî, İlâhî terbiye ise edeblerin şahı ve padişahıdır. Bizler çocuklarımızı bu padişahlığa aday göstermeli ve bunu gerçekleştirmeye bakmalıyız.