"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

En küçük bir mahlukatı bile incitmek istemezdi

Rifat OKYAY
04 Nisan 2018, Çarşamba
Bir hazan mevsiminde dört mekân dört su - 5

 “Mübarek Üstad bütün hayvanlara, bütün yaratılmış canlılara hatta ağaç, ot ve çiçeklere karşı çok merhametli, çok şefkatliydi… En küçük bir mahlÛkatı bile incitmek istemezdi.”

Van’da hocalar hep sarık sarardı. Fakat Üstad sarık sarmıyor, ayrıca cübbe de giymiyordu. Hoca kisvesine girmiyordu. Bir gün talebe arkadaşlarından birisi kendisine: “Herkes sizi hoca bilmiyor, hoca kisvesi niçin giymiyorsunuz, niçin sarık sarıp cübbe giymiyorsunuz?” demişti. Üstad’da o arkadaşımıza “İmam-ı Azam gibi zatların giydiği ilmî kisveyi ben nasıl giyeyim? Onların kıyafetini ben nasıl giyebilirim?” diye cevap verdi. Kendisi çok mütevazı idi. Bu sebepten ben de kendisini, yukarıda da bahsettiğim gibi,  ilk defa Nurşin Camii’nde gördüğümde de hoca olup olmadığını bilememiştim.    

HAYVANLARA ŞEFKATİ

Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî’nin bütün canlı mahlûkata, hayvanlara karşı çok fazla şefkati ve merhameti vardı. Bunların misalleri saymakla bitmez, bu hususta çok hatıramız vardır… Bir gün bize, “Ben tesbihatımla meşgul olacağım, siz gidip gezin” demişti… Bu gezinti sırasında bir taşın üstünde bir kertenkeleyi öldürmüştüm. Döndüğümüzde Üstad ne yaptığımızı, nerelere gittiğimizi sordu. Ben de gezdiğimiz yerleri anlattım. Sonra da bir kertenkeleyi öldürdüğümü söyleyince Üstad çok üzüldü. Bana, “Evini harap etmişsin!..” dedi. Ben de kendisine, “Seyda bizde yedi kertenkeleyi öldüren bir hac sevabı kazanır” derler dedim. Üstad, “Otur da konulaşım, kim haklı kim haksız? Evvelâ yedi kertenkeleyi öldüren bir hac sevabı kazanır meselesi doğru değildir” dedikten sonra bana dönerek: 

“Peki, o hayvanı sen mi yarattın?”

“Hayır.”

“O hayvan senin mülkünde mi dolaşıyor?”

“Hayır.”

“O hayvanın rızkını sen mi veriyorsun?”

“Hayır.”

“O hayvan sana hücum edip, zarar verdi mi?”

“Hayır.”

“Bu hayvanların niçin yaratıldıklarını, yani fıtrî vazifelerini biliyor musun?”

“Hayır.”

“Bu hayvanı yaratan Hâlık senin öldürmen için mi yaratmış?”

“Hayır.”

“O zaman neden öldürdün, sana kim dedi öldür? Bu hayvanların yaratılışında binlerle hikmet var. Bu hikmetler saymakla bitmez. O hayvanı öldürmekle büyük bir hata etmişsin” diye bana orada ders verdi. 

YUVASINI DAĞITMAYIN

Yine başka bir hatıra: “Erek Dağı’nda havalar iyice soğuyana kadar kalmıştık. Artık neredeyse kar yağmaya başlayacaktı. Kaldığımız yer bayırdı. Üstad, bayıra pencere gibi bir yer açarak oraya bir oda yapmamızı istedi. Bayırın yamacında Üstad’ımızın istediği odayı yapıyorduk. Kazarken karınca yuvası çıktı. Üstad karınca yuvasını görünce orayı kazmamamızı söyledi. Sebebini sorduğumuzda cevaben: ‘Bir ev yıkıp, bir ev yapmak olur mu?’ diye cevap verdi. ‘Bu hayvanların yuvasını dağıtmayın, başka bir yeri kazın’ diye bize musırrane söyledi. Biz de başka tarafı kazmaya başladık. Oradan da karınca yuvası çıktı. Böylece üç ayrı yeri kazdık, hep karınca yuvası çıktı. Bana yardım eden bir talebe arkadaş daha vardı. O, ‘Böyle olur mu hiç?’ diye bana serzenişte bulundu. Ve dedi ki: ‘Üstad gelir gelmez karıncaların üzerine toprak atalım. Yok eğer böyle giderse biz akşama kadar bu odayı yapamayız.’ Hakikaten kazdığımız yamaçta hemen hemen karınca yuvası olmayan hiçbir yer yoktu. Nihayet tedbir olarak orada güzel bir küçük oda yaptık.”

Seyda karınca yuvalarının yanına gelince,  ekmek, bulgur  ve şeker koyardı. Kendisine şekeri niçin koyduğunu söylediğimiz zaman, tebessüm ederek, “Bu da onların çayı olsun…” diye cevap verdi. Mübarek Üstad bütün hayvanlara, bütün yaratılmış canlılara, hatta ağaç, ot ve çiçeklere karşı çok merhametli, çok şefkatliydi… En küçük bir mahlûkatı bile incitmek istemezdi.

KÖPEKLER İÇİN TAŞ

Erek Dağı’nda kaldığımız günlerde, Cuma namazları için beraber şehre inerdik. Yine böyle bir Cuma günü şehire namaza gitmiş, geri Erek Dağı’na dönüyorduk. Yolda kocaman köpekler dağdan inerek geliyordu. Ben köpeklerden korunmak için yerden taş toplamaya başladım. Üstad, “Ne yapıyorsun Hamid?” diye bana hitap etti. Ben de, “Seyda dağdan gelen köpekleri görmüyor musun? Kendimizi müdafaa etmeyelim mi?” dedim. Üstad gülerek, “Ayıp ayıp, at o taşları yere” dedi. Ben de taşları yere attım. Ne olacak diye bekliyordum. Üstad elindeki şemsiyeyi köpeklere doğru uzattı. “Bese, bese (yeter, yeter) biz hain değiliz, yolcuyuz!..” deyince köpekler oldukları yerde çakılıp durdular, hücum ve havlamayı terk ettiler. Biz de oradan geçerek yolumuza devam ettik…

AYIPTIR AYIP, NEDEN KORKUYORSUN?

Erek Dağında yine köpeklerle alâkalı bir hatıram da şöyledir: Dağda, Üstad’ın ziyaretine birkaç misafir gelmişti. Akşam Üstad’ın misafiri olarak bizimle kalacaklardı. Üstad etraftaki yakın köylerden yatak getirmemi söyledi. Yolda yırtıcı hayvanların hücumuna uğrarsam ne yapabilirim, diye düşünüyordum. Dışarı çıkıp söğüt ağacından bir dal keserek sopa yaptım. O anda da Üstad dışarı çıktı. “Sen hâlâ gitmedin mi?” diye sordu. Ben de yırtıcı hayvanlara ve köpeklere karşı kendimi savunmak için bir sopa yaptığımı söyleyince, yine tebessüm ederek: “Ayıptır, ayıptır, neden korkuyorsun? Taş var, sopa var hâlâ korkuyorsun. Köpekler ve yırtıcı hayvanlar sana bir şey yapmaz” dedi. Ben bunun üzerine dağdan aşağıya doğru inmeye başladım. Elimdeki sopayı da attım. Köye doğru yola devam ettim. Köyün yakınlarında bir koyun sürüsünün etrafında köpekler dolaşıyordu. Geçeceğim yolun üzerinde de kocaman bir köpek yatmış bekliyordu. Köpeğe görünmeden geçmenin imkânı yoktu. Diğer köpekler de koyunların etrafında geziniyorlardı. Yerde yatan köpeğe yaklaşınca hayvan ayağa kalktı, şöyle bir gerindi, sonra yoldan aşağıya inerek bana yol verdi. Çoban da hayretle yukarıdan bakıyordu. Geçip köye gittim. Köyün girişinde elinde sopa olan birkaç genç ve ihtiyar adam duruyordu. Onlar bana nereden geldiğimi, bayırda sürüyü ve köpekleri nasıl geçtiğimi sordular. Ben de olduğu gibi anlattım. Onlar “Biz üç dört kişi sopalı olarak sürüye yaklaşamıyoruz. Köpeklere koyun sütü içiriyorlar kurtlara müdafaa için, sana nasıl yol verdiler, üzerine saldırmadılar?” diye hayret ettiler.  Ve kendi aralarında: “Seyda’ya inanmayanın (kerametlerine ve velâyetine) imanı var mıdır?”  diye konuşmaya başladılar. 

DİZİ: RİFAT OKYAY

[email protected]

-DEVAMI YARIN-

Okunma Sayısı: 2883
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı