"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Gavsiler kabristanına yolculuk

Rifat OKYAY
15 Nisan 2018, Pazar
Bir hazan mevsiminde dört mekân dört su - 16

Katır ve at sırtında, merkeplerle Müküs, Hizan, Nurs ziyaretlerini dile getirdik ve gelmişken en yakın ziyaret mekânı Gavsî’ler karyesi ve Gavsî’ler Kabristanı’nın yolunu tuttuk. Gavs SEbĞatullah Hizanî’yi, evlâdı Gavs Muhammed Nur’un ve diğer Gavsî’lerin kabirlerini ziyaret edip duâlarımızı okuduk.

İşte birinci vazifesi: Toprağın, Kudret-i Rabbaniye ile nebatata analık edip yetiştirdiği gibi, Kudret-i İlâhiye ile taş dahi toprağa dâyelik (annelik) edip yetiştiriyor.

İkinci vazifesi: Zeminin bedeninde deveran-ı dem hükmünde olan suların muntazam cevelanına hizmetidir.

Üçüncü vazife-i fıtriyesi: Çeşmelerin ve ırmakların uyûn ve enharın muntazam bir mizan ile zuhur ve devamlarına hazinedarlık etmektir. Evet, taşlar, bütün kuvvetiyle ve ağızlarının dolusuyla akıttıkları âb-ı hayat suretinde, delâil-i Vahdaniyeti zemin yüzüne yazıp serpiyor…)

Hem birinci fıkrada diyor: “Öyle taş var ki içinden ırmaklar fışkırır.” (Bakara, 74)

Bu fıkra ile dağlardan nebaen eden Nil-i mübarek, Dicle ve Fırat gibi ırmakları hatırlatmakla, taşların evamir-i tekviniyeye karşı ne kadar hârikanûma ve mu’cizevâri bir surette mazhar ve musahhar olduğunu ifham eder ve onunla böyle bir manayı müteyakkız kalplere veriyor ki: Şöyle azim ırmakların elbette mümkün değil, şu dağlar hakikî menbaları olsun. Çünkü faraza o dağlar tamamen su kesilse ve mahrutî birer havuz olsalar, o büyük nehirlerin şöyle sür’atli ve kesretli cereyanlarına muvazeneyi kaybetmeden, birkaç ay ancak dayanabilirler ve o kesretli masarifa karşı galiben bir metre kadar toprakta nüfuz eden yağmur kâfi vâridat olamaz. Demek ki, şu enharın nebeanları, adî ve tabiî ve tesadüfi bir iş değildir. Belki pek harika bir surette Fâtır-ı Zülcelâl, onları sırf hazine-i gaybdan akıttırıyor.

O ÜÇ NEHİR

İşte bu sırra işareten bu manayı ifade için hadiste rivayet ediliyor ki: “O üç nehrin her birine Cennet’ten birer katre her vakit damlıyor ve ondan bereketlidirler...” 

Hem bir rivayette denilmiş ki: “Şu üç nehrin menbaları Cennet’tendir.” Şu rivayetin hakikatı şudur ki: Madem esbab-ı maddiye, şunların bu derece kesretli nebeanına kabil değildir. Elbette menbaları bir âlem-i gaybdadır ve gizli bir hazine-i rahmetten gelir ki, masarif ve varidatın muvazenesi devam eder.

 İşte Kur’ân-ı Hâkim, şu manayı ihtar ile şöyle bir ders veriyor ki, der: Ey Benî-İsrail ve Ey Benî-Âdem! Kalp katılığı ve kasavetinizle öyle bir Zât-ı Zülcelâl’in evamirine karşı itaatsizlik ediyorsunuz ve öyle bir Şems-i Sermedi’nin ziya-yı marifetine gafletle gözlerinizi yumuyorsunuz ki, Mısır’ınızı Cennet suretine çeviren Nil-i Mübarek gibi koca nehirleri, âdi camid taşların ağızlarından akıttığı mu’cizat-ı  kudretini şevahid-i Vahdaniyetini o koca nehirlerin kuvvet ve zuhur ve ifazları derecesinde kâinatın kalbine ve zeminin dimağına vererek, cin ve insin kulûb ve ûkulüne isale ediyor. 

Hem hissiz, camid bazı taşları böyle acip bir tarzda (Haşiye) mu’cizat-ı kudretine mazhar etmesi; Güneş’in ziyası Güneş’i gösterdiği gibi, O Fâtır-ı Zülcelâl‘i gösterdiği halde, nasıl O’nun o nur-u marifetine karşı kör olup görmüyorsunuz?”

Haşiye: (Nil-i Mübarek, Cebel-i Kamer’den çıktığı gibi, Dicle’nin en mühim bir şubesi, Van Vilayetinden Müküs nahiyesinde bir kayanın mağarasından çıkıyor. Fırat’ın da mühim bir şubesi Diyadin tarafından bir dağın eteğinden çıkıyor. Dağların aslı, hilkaten bir madde-i mayiadan incimad etmiş taşlar olduğu fennen sabittir. Tesbihat-ı Nebeviyeden olan: “Yeryüzünü donmuş bir su üzerinde yayan Zât, her türlü noksanlıktan beridir.” Kat’i delâlet ediyor ki, Asl-ı Hilkat-ı Arz şöyledir ki: Su gibi bir madde emr-i İlâhî ile incimad eder, taş olur. Taş izn-i İlâhî ile toprak olur. Tesbihdeki  arz lâfzı, toprak demektir. Demek o su, çok yumuşaktır; üstünde durulmaz. Taş çok serttir, ondan istifade edilmez. Onun için Hakim-i Rahim, toprağı taş üstünde serer, zevilhayata makar eder…”

GAVSîLERE YOLCULUK

Sevgili kaptanımızla birlikte Halil Öngel Ağabeyimizin kahvaltı ikramını yine Müküs kaynak suyunun başındaki mola yerinde yedik. Allah kendilerinden razı olsun. Yol iz olmadığı zamanlarda, mazi kıt’asındaki Müküs’ün halini birbirimize anlattık. Katır ve at sırtında, merkeplerle Müküs, Hizan, Nurs ziyaretlerini dile getirdik ve gelmişken en yakın ziyaret mekânı Gavsî’ler karyesi ve Gavsî’ler (Gavsî’ler Abdulkadir-i Geylani Hazretleri’nin (ks) soyundan gelenler demektir) kabristanının yolunu tuttuk.

Gavsî’ler Kabristanı’nda bulunan mescidde namazlarımızı eda ettik. Gavs Sebğatullah Hizanî’yi, evlâdı Gavs Muhammed Nur’un ve diğer Gavsî’lerin kabirlerini ziyaret edip duâlarımızı okuduk. Bu ziyaretimizde önemli bir ayrıntı ve hatıra olarak şunu sizlerle paylaşmak isteriz: Gavs Sebğatullah Hizanî’yi Bediüzzaman’ın babası Sofi Mirza ziyarete gitmiş. Kendisini ziyarete gelen Üstad Bediüzzaman’ın babası Mirza Efendi’yi bütün talebelerinin arasında en baş köşeye oturtmuş ve Mirza Efendi’nin evlâtlarından birisinin gelmesi beklenen mühim bir zat olacağını haber vermiştir. Kendisine hürmet etmiş ve izzet-i ikramda bulunmuştur.

Hizan’a doğru giderken muhterem Mehmet Özkan Ağabeyimizin her ziyaretlerinde Nurs’a ge- lenlerle hatıra fotoğraf çektirdiği şelâlenin önünde bizler de fotoğraf çektirdik. Hizan yolunda ve Hizan’da rahmetli Hilmi Doğan Ağabeyimizin ve İzmir’den Hasan Şen Ağabeyimizin şiirleri eşliğinde hatıraları yâd ettik.   

“DESTANLAR YAZILDI DOLU VE KAR’DA ŞİRİN BİR YER OLAN BAHÇESARAY’DA” (HASAN ŞEN)

Nurs’ta bulunduğu zamanlarda ağabeyi Molla Abdullah’ın verdiği dersleri kâfi görmeyerek, kabiliyetinin ve zekâvetinin de tesiriyle annesi ve babasından daha fazla ilim eğitimi almak için izin alarak Pirmis Köyü’ne gitmiş, oradan da Hizan’a gitmiştir.

Hizan’da Seyyid Nur Mehmed Hazretleri’nin eğitimine devam etmeye başlamıştır. Fakat Şeyh’in diğer talebeleri yaşça büyük ve çekememezlik sebepleriyle Said’i rahatsız ederler. Bunun üzerine Seyyid Nur Mehmed Hazretleri’nin huzuruna çıkıp şöyle der: “Şeyh Efendi! Bunlara söyleyiniz benimle döğüştükleri zaman, dördü bir olmasınlar, ikişer ikişer gelsinler… Seyyid Nur Efendi; küçük Said’i dinleyerek onu ciddiye almış ve merdane tavrını takdir edip gülerek ona, “Sen benim talebemsin, kimse sana ilişemez!” demiştir. Bu hadiseden sonra Küçük Said, “Şeyh Talebesi” diye anılmıştır.

DİZİ: RİFAT OKYAY

[email protected]

-DEVAMI YARIN-

Okunma Sayısı: 3393
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı