Müslümanın bazı vakitlerde, zamanlarda ve şartlarda yalnız ve yalnız hakikatı, hakikatı hali söylemesi, vaaz etmesi, göstermesi ve anlatması yeterlidir.
Her sataşana, her lâf atana, her kast-ı mahsusla hücum ve hakaret edene, her aptal ve şapşala, her ahkâm ve kendini bilmeze lâf yetiştirmesi ne mü’minin vazifesidir, ne de bir mecburiyeti vardır…
Eğer Allah için rıza-i bari için bir hakikat, bir hak beyan edilmiş, söylenmiş, neşredilmiş ve ilân edilmişse ve yine neticeleri ve tesiri; Tesir-i Hakiki’den beklenerek bunlar yapılmışsa mü’minin vazifesi burada bitmiştir… Vazifeleri yap, vazife-i İlâhiyeye karışma!..
Hem mü’minim diyebilen bir insanın belirli vazifeleri vardır ve Cenâb-ı Hak’ka karşı her amelinden, her halinden ve her tavrından sorumludur, mes’uldur… Mü’min her zaman bu sorumluluğun, mesuliyetinin idrakinde olmalıdır…
Mü’minlerin, Müslümanlar arasındaki sorumlulukları ve mesuliyetleri de Allah’a karşı olan mesuliyetleri ve sorumluluklarıyla başlar ve devam ettirilir. Hiç kimse İlâhî adaletin, hakkın, hukukun önünde ve sonunda yorum yapmadan kendisinin her şeyiyle her fiiliyle, her yaptığı, her konuştuğuyla mes’ul olduğunu, sorumlu ve vazifeli olduğunu unutmamalıdır…
En tehlikelisi ise fevriliktir… Bana göre böyledir… Ben bu şekilde biliyorumdur… Bence böyle olması gerekmektedir… Adalette, hukukta, hak ve hürriyetlerde böyle deniyor, ama bu şekilde denmesi lâzımdır, söylemleridir…
Hak hukuk ihlâlinin mesuliyeti, suçluluğun ve suçlunun, cezanın mesuliyetinden daha fazladır… Çünkü bilerek yapıyor ve kasdi olarak fiil işliyor…
Unutmamalıdır ki zulüm abad olmaz… Her zaman devam etmez. Zulüm olursa ömrü de kısa olur… Hesabı da çetin olur…
İşte mü’min muvahhid olan Müslümanlar hiçbir zaman bu mesuliyetler ve hakikatler muvacehesinde hakkı, hukuku, adaleti ve hesap gününü hiçbir zaman unutmamalıdır… Ve bu doğru çizgi üzerinde hareket edebilmelidir…