Hürriyet herkese göre yorumlanırsa hürriyetlikten çıkar ve istibdadî hürriyetçikler topluluğunun oluşmasına sebep olur. Çünkü fikrî hak ve hürriyetler de anlamsız ve gereksiz bir unsur sözkonusu olamaz.
Kur’ân’ın ve Resulullahın (asm) emir ve duyuruları evvelâ Allah’ın yarattıklarına müsaade ettiği hürriyetle başlar ve kullarının itaat ve inkıyad edeceği hürriyetle biter. Evet, biz istediğimiz ve hak ettiğimiz için değil; Allah’ın ikram ve ihsan ederek; istediği için hürüz.
Sonra kimsenin kendisini zorlaması ve hürriyeti tanımlama gayretine lüzum yoktur. Allah’ın kâinatta sergilediği nakışlar ve san’atlar gibi; İlâhî emir ve yasaklara uymakta bize; hem kudret-i İlâhiyeyi, hem de hürriyetlerin sınır ve sorumluluklarını; Kur’ân ve sünnetle gayet açık ve net anlatılmaktadır.
Kendimiz “ben, ben” derken; bütün “benleri” yaratanı ve müsaade ettiği “benleri” O ve O’nun “hüve” havuzunda eritemeyen hiçbir kimse hür olamaz ve hürriyeti anlayamaz. Hür bir irade; kâinatı ve bütün hürriyetleri kuşatan küllî bir iradenin meyvesidir.
Daima “ben” terazisindeki denge hürriyetlerin dengesini, muvazenesini anlatır. Eğer “hüve” O, ağırlıklı ise gerçek hürriyete; eğer “ben” ağırlıklı ise isyan, tuğyan ve günah ağırlıklı yalancı ve aldatıcı bir hürriyet bizi sarmış demektir.
Aldatıcı ve surî/kısa, geçici bir yüzü olan hürriyete sahip çıkmak baş aşağıya hızla düşmek, başını darmadağın ederek, parçacıklarına sahip çıkmak demektir. Halbuki esas ve hakikî hürriyet ancak ve ancak Allah’ın emir ve yasaklarına harfiyyen uymakta ve bunları yerine getirmekte saklıdır.
Hürriyeti savunmak; hakkı, hukuku savunmak; adaleti ayağa kaldırmak ve adaletli olmak Allah’ın bizden istediği kulluk vazifeleri arasında, kudsî vazifelerden birisidir.
Allah’a abd olduğumuzu unutmadan, hürriyetimizi ve seçme seçilme hak ve hukuklarımızı alabildiğine sonsuz bir şekilde kullanabilmeliyiz ve daima hürriyeti parlatabilmeliyiz.