Dinleyen, gören ve anlayan insan okumuştur.
Eğer bu okumayı taklidi imandan, tahkiki imana geçmek onu elde etmek ve mertebelerinde terakki ve teâli etmek yolunda kullanabilmiş, yapabilmişse ne mutlu, saadetli bir yola girmiştir. İşte böyle Müslüman, mü’min insan kendisiyle anlaşmış, kendisini anlayabilmiş ve bu yolda kendisiyle barışık olabilme kemalâtına erişmiştir. Ve bu mü’min huzurludur, saadetlidir, hayatını lezzetlendirebilmiştir.
Huzurlu insan güçlüdür. Sözü sohbeti kuvvetlidir. En yakınlarına, ailesine çocuklarına sevecenlikle ne verebileceğini, onlardan ne alabileceğini imanın derecesine göre bilen ve uygulayabilen insandır.
Saadetli, huzurlu bir kalbin ve aklın sahibi; münevverdir, nurlanmıştır ve etrafına nuranî tebessümler saçabilir, dağıtabilir mükemmelliktedir.
Huzurlu, saadetli insanlar tahkiki imanlarının sayesinde toplumun asayiş memurları kadar çevrelerine fayda sağlayabilirler.
Geçinmenin iyi ve güzel geçinmenin, barış ve anlayış içerisinde olabilmenin adeta gizli görünmeyen, fakat varlıkları toplumla alâkalı her olay ve hadisede, her fikir ve düşünce oluşumlarında âdeta birer görünmeyen mimardırlar.
İnsanım diyebilen insanlara ve mü’min sıfatlı ehl-i imana düşen vazife böyle bir mimarlığı elde edebilmek yolunda; tahkiki imanı ve mertebelerini elde edebilme gayreti, azmi, çalışması ve ümidi içerisinde olabilmektir.
Evet, herkes kendisinden sorumlu olabilme haysiyetinde, özelliğinde olur anlayışı varsa da toplumdaki her bir fert diğer fertlerle de yakinen ilişkiler içerisinde olduğu için toplumun tamamı bu saadet ve huzuru, kendisiyle ve toplumla barışıklığı yakalayabilme noktalarından sorumludur.
Allah’a inanan, Allah yolunda, Allah’ın istek ve emirleri doğrultusunda bir hayatı ve uygulamayı elde edip yapabilmek ve yaşayabilmekle; bu dünyada da, ahirette de huzurun, saadetin yakalanabilmesi, elde edilebilmesi yoluna kendilerini dahil etmişler demektir.