Kanaat ve şükür de sadece nimetler içerisinde taamları ve dünyevî kazanımları düşünmemek gerekmektedir… Ahirete taalluk eden, manevî kazançları ve kârları olannimetleri düşünmek ve onları baş tacı etmek evlâ olmalıdır…
Nasıl ki, dünyaya dair kazançların, malların helâlinden ve ihlâsla elde edilenleri insana kanaat noktasından dünya kadar bir şükrü ve hamdi dedirtir… Öyle de ahirete dair; Kur’ân, iman hizmetine dair en küçük bir amel ve hizmet dahi insana ahiret kadar bir şükrü ve ameli dedirtecek kadar bir netice verir…
Dünya adına izzetini muhafaza eden az malla kanaat eden misüllü; ahiret adına da yapılabilen, elimizden gelebilen her iş, her amelde, faaliyet ve harekette daima izzet-i İslâmiye ve imaniye ile yapılabilmeli, tezellüle düşmeden, haysiyetimizi muhafaza ederek yapılabilmelidir…
Kanaatle yapılan ve gaflete düşmeden, tembelliğe vurmadan yapılan dünyevî işler gibi; ahiretin işlerini de; kanaatle, faaliyetleri idrakle ve azimle yaparak, şevk ve ümit içerisinde yapmak gerekir….
Dünya işleri biraz rekabeti kaldırsa ve istese de; ahiretin işleri rekabeti kaldırmaz… İhlâssızlığa ve hasede sebep olabilir… Evet dünya işlerinde yapılacak rekabetin ve yarışın kazançları dünyaya bakıyor ve dünyada kalıyor. Ama ahirete bakan işlerin ihlâs noktasından böyle bir müsaadesi yoktur…
Hırsa ve kanaatsizliğe sebep olan manevî işlerdeki rekabetin neticesi ihlâssızlık ve çekememezlikle ancak ve ancak ahirete bakan, müteallik olan işleri, amelleri yakar, yok eder… Hatta bu dünyada da ahirette de başımıza belâ olur…
Ahirete bakan işlerimizde ne kadar çok meşakkat, zahmet ve zorluklar, olumsuzluklar da olsa kanaatsizlik ve şükürsüzlük daima menfi neticeler verir… Bu bakımdan ahiret işleri ümidle, aşkla, şevkle ve itidâl-i dem ile kavl-i leyyin ile sabırla ve tembelliğe, atalete, gaflete düşmeden bir büyük ihlâs ve uhuvvet dairesi olan şahs-ı manevî dairesinden çıkmadan yapılmaya çalışılmalıdır… Ki, netice itibariyle bu da büyük bir hamd ve şükrü ve kanaati bizlere hem dünya, hem ahiret noktasından kazandırır.