İslâmî, Kur’ânî, imanî hizmetlerde bulunan, hizmetkârlık yapanların; şu enaniyet, gurur ve kendini beğenmişlik asrında, en çok ihtiyaçları olan şey takdirdir… Alkıştır, aferindir, bravodur…
Böylesine dehşetli bir asırda, bu kadar çok ve dehşetli hadisat karşısında iman cehdiyle, ihlâsla, mütevazi ve sadâkat içerisinde olarak hizmet etmeye çalışan hizmet erlerine; Risale-i Nurlar’ın sadık hizmetkârlarına lâzım olan ancak manevî bir delil olduğuna ve sahip çıkıldığına, beğenildiğine ve kabullenildiğine işaret olan maşallahtır, barekallahtır, fetabarekellahtır…
Fıtrî olarak, Hâlıkımızı, Malikimizi, Rabbimizi tanımak ve kendimizi, kendi haddimizi ve hududumuzu tayin etmek için bizlere verilmiş olan “ene” duygusunu cüz’î fiillerimiz noktasından ve tek sahip olduğumuz cüz’î irademizi kullanmamız anında illa ki ilâhî, kudsî, dinî veçhe ve yönleriyle; nefis ve şeytanımıza aldanmadan O’nun yolunda kullanmaya çalışmalıyız, bu yolda bir gayret ve cehdin içerisinde olabilmeliyiz. Bizlere kıyas ve ölçü olarak verilen bu duyguyu hakkıyla Hak yolunda kullanabilmeliyiz.
Küfür ve dalâletin, fısk ve sefahetin bütün şubelerini dem ve damarlara işleyecek şekilde kullandıkları ve ehl-i imanı ezmeye, susturmaya çalıştıkları, enenin ve gururun tek ilâcı ise imandır. Tahkiki imandır. İmanî, Kur’ânî, İslâmî bir şuur ve iz’andır.
Bir emr-i itibari olan cüz’î ihtiyarimizi; enemizi küllî iradenin taallukuna müsbet bir tercih olacak şekilde kullanabilmemiz bizler için ehl-i iman için en önemli bir mesele olmaktadır. Eğer enemizi, gururumuzu araya sokarsak küllî iradenin taalluku menfi olarak tecelli edecektir.
Bize düşen ve isteyeceğimiz duâ, edeceğimiz şey, cüz’î irademizi, enemizi Rabbimizin yolunda müsbet olarak kullanabilmek ve küllî iradenin tecellisine itiraz etmemek olmalıdır.
Kısa olan elimizi, seyyiat ve tahribattan çekerek, hasenata, iyilik ve güzelliğe çevirebilmemiz ancak duâ ile müsbet olarak enemizi, cüz’î irademizi Allah yolunda kullanmamızla mümkün olacaktır.