Ahirzamanda dinî emirlerin tecdidi ve tashihiyle görevli, vazifeli bir müceddid-i ekber ve mehdi olarak da Bediüzzaman Said Nursî’de hiçbir dünyevî makam ve menfaat için değil sadece ve sadece farz-ı kifayeyi yerine getirmek ve şeair-i İslâmiyeyi ayakta tutabilmek için, sarık konusundaki kanunun uygulamaya konulmasından sonra, Bediüzzaman’da boynuna ikinci bir sarık dolamış ve vefatına kadar da o sarığı başından hiç çıkartmamış, çıkarttırmamış ve netice itibariyle de kimsenin bu sarığı çıkarmaya gücü yetmemiştir.
Nitekim, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan gibi zalim bir idareci de ağababalarının isteği ve emirleri doğrultusunda veya diğer tabirle onlara hoş görünmek üzere Bediüzzaman’ın sarığını 1943 yılında başındaki sarığı “cebren ve hile ile” çıkartma teşebbüsüne mukabil; Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’a Bediüzzaman şu cevabı vermişlerdir: “Bu sarık,bu başla beraber çıkar! Ben sizin ecdadınızı temsil ediyorum. Başından bulasın Nevzat !...”
Ve kader-i İlâhinin hükmüne ve iradesine bakın ki, Bediüzzaman Said Nursî başındaki sarığını hiç çıkartmazken ve kimse çıkarttıramazken... Ankara Valisi Nevzat Tandoğan 1946 yılı ortalarında bunalıma girip tabancasıyla intihar ederek “başından” buluyor... (Vali Tandoğan ile alâkalı hatırat ve naklen anlatım noktasından bakınız İbrahim Fakazlı, Beylerbeyli Süleyman Hünkâr ve Emirdağlı şahit ve hatırat sahipleri Mahmut Çalışkan ve Ahmet Urfalı)
Nakledilen ibret dolu bu hatıralar dinin emirlerinin kasden ve isteyerek ve dinsizliğe alet edilerek iptal edilemeyeceğini ve dinin sahibinin de böyle dine hücum edenlere gerekli dersi ve cezayı vereceğini bilmek noktasından önemlidir...
Unutmamalıdır ki, bu dünyaya bir imtihan için gönderilen insanların imtihanın şartlarını ve gereklerini anlatan, öğreten ve her asırda tecdit ve tashih görevlerini yaparak dine ve emirlerine sahip çıkan rehberleri, kılavuzları, önderleri her zaman vardır ve vazifelerini yerine getirirler…
Bu konuda Peygamber Efendimiz (asm) çok bilinen hadis-i şerifinde: “Benden sonra peygamber gelmeyecek, ancak Cenâb-ı Hak her asırda (yüz senede) bir müceddid-i din gönderecektir...”