Kendi işimizi, kendi vazifelerimizi yapmadığımız veya eksik yaptığımız zaman biliniz ki dünyanın, afakın, başkalarının işleriyle, halleriyle, fiilleriyle meşgul oluruz ve kafamızı yorarız.
Kendi üzerimize düşen; şahsî, ailevî, mahallevî, şehrî, memleketle ilgili ve dünyevî meselelerin sıralamasında; vazife ve alâka sıralamasında sıra atlamanız gerekmektedir…
Bizi alâkadar eden bu kadar yakınımızda meselemiz ve açılımları varken, dünya ve siyasetle canhıraşâne alâkadar olmaya çalışanlar muhakkak yanlış yaparlar, çünkü alt yapıları boştur…
Sadece nefsî, şahsî noktadan baksak: Kalbimiz, ruhumuz, aklımız ve vicdanımızın bütün lâtifeleri; iman, Kur’ân, İslâmiyet, hak, hukuk, adalet ve eşitlik noktalarından teneke gibi ses çıkarırken bizlerin muvakkat, dünya ve siyaset meselelerinden dem vurmamız, konuşmamız çok abes olur…
Eğer bizler hakkı, hukuku, adaleti müsavatı/eşitliği kendimiz İslâmî noktalardan bilmezsek, öğrenmezsek ve öğretmezsek; başkalarının öğretmesi, bizlere çok pahalıya mal olur…
Kendi vazifelerimizin temelden tam ve noksansız yapılması, uygulanması ancak ve ancak mükemmel bir imanın elde edilmesiyle olabildiği gibi afakî/dışımızdaki meselelerin öğrenilmesi ve halledilmesi de ancak mükemmel bir imanın marifeti ve sayesinde olabilir…
Bizlere başkaları tesir etmeden bizim tesir edebilmemiz ve vazife yapabilmemiz ancak; imanî ve İslâmî noktalardan hürriyetlerimizi, hak ve hukukumuzu tam olarak bilmekten ve yaşamaktan geçer…
Müslümanların tarihte en büyük kayıpları ve aldıkları darbeler maalesef kendi hak, hukuk ve hürriyetlerini şer’i manada öğrenip, bilmediklerinden; çakma adalet, hukuk ölçüleriyle ancak başkalarının önünde eğildikten ve rezil rüsva olduktan sonra hürriyeti, hakkı, hukuku, adaleti öğrenme ve öğretme çabasına girebilmiş olmalarındandır…
Her bir fert kendi vazifesini, işini ve öğretimini mükemmel bir şekilde öğrenmedikçe; başkalarının öğretilerine ve diktelerine baş/boyun eğmeye hazır olsun…