İnsanın mükerremliği ve mükemmelliği bir bakıma kendisine öğretilenlerin ve öğrenilenlerin hayata geçirilmesiyle, tatbik edilerek yapılabilmesi ve yaşanabilmesiyledir.
Demek ki, bilgi ve bilmek amel ve fiiller noktalarından çok yalın ve yavan kalıyor… Bir şeyin bir kavram ve kuralın mahiyetini bilmek ayrı şeydir. Bu bilgi ve bilmeleri hayatta yaşayarak göstermek ayrı bir şeydir.
Özellikle de sağduyu sahibi ve tecrübeli, malûmatlı insanların “mesailerin tanzimi” hadisesini ve düsturunu kendi işlerinde, toplantılarında tatbik edememeleri üzücü ve hayret vericidir…
Başlangıç ve bitiş zamanı belli olmayan toplantılar zamanı planlı, programlı olarak ve faideli bir şekilde kullanmaktan çıkarak zaman hırsızlığına ve neticesiz, faidesiz anlam karmaşalarına sebebiyet verirler.
Toplantıların bu hal ve şekli almasına en birinci sebep plansızlık olduğu gibi hazırlıksızlıkta ikinci planda büyük rol oynamaktadır.
Toplantıya katılanların toplantıda konuşanları ve konuşulanları dikkatli bir şekilde dinlememeleri ve can kulağıyla takip etmemeleri de üçüncü bir noksanlık ve hatadır…
Başkalarına söz hakkı tanımamak ve başkalarının söz söyleme, fikir beyan etme ve konuşma hukuklarını ihlâl etmek de dördüncü bir eksikliktir…
Her şeyi, her konuşulan konuyu en iyi bilen kişiyim, benim fikirlerim gibisini kimse beyan edemez zehabına kapılmak da ayrı bir hodfuruşluk ve hodperestliktir…
Kendini kaybederek ve hareketlerine hakim olamayarak devamlı konuşmak ve başkalarına bu hakkı tanımamak ise altıncı bir hukuksuzluk ve nakisiyettir.
En tehlikeli ve düşük seviyeli hareket ise bütün toplantıya katılanları yönlendirmek ve bir fikre doğru, kendi doğru bildiği düşüncelere doğru yönlendirmek zavallılığına ve kendini bilmez tavırlılığına düşmektir…
Eğer bir toplantı yapılıyorsa çağrılan ve katılan herkes saygıdeğerdir, ehemmiyetlidir, hürmete lâyıktır… Beğensende beğenmesende dinlemek zorundasın…
Bu sekiz şartı müsbet manada yerine getirilerek çıkan kararlar ise baş tacıdır… Toplantıda kabul edilmiş fikir ve düşünceler ise bu tacın İNCİLERİDİR…